Hayat okulu mezunları

Günlük hayatımda eskiden beri duyduğum bir söz ''Hayat Okulu''

Nasıl bir okul bu? Giriş veya mezuniyet için belirli bir puan/not ortalaması gerekiyor mu? Herkes gidebiliyor mu? Bu okuldan kalan var mı? Cehalet bu okulun neresinde yer alıyor?

''Formal ve informal eğitim'' diye bir mevzu var. Formal eğitim okulda, informal eğitim ailede başlıyor. Dünyaya geldiğiniz yer sizin için bir nevi kaderiniz. Coğrafyanın kader değil fakat yarı kader olduğunu savunuyorum her zaman. İçinde yer aldığınız ülke, şehir, toplum, mahalle ve en önemlisi aile kişiyi, olduğu kişi olarak var ediyor. Temel ihtiyaçları karşılamayı, davranışları, duygu ve düşünceleri buralarda öğrenmeye başlıyoruz. Gen aktarımı sayesinde travmalar dahil birçok şey bize aktarılıyor. Davranışçı yaklaşıma göre çevrede ne görüyorsanız onu öğreniyorsunuz. Bir çocuğun ilk tanrıları annesi ve babası oluyor. Onların hatalarını gördükçe başlıyor yaşamak. İlk başlarda size ne verilirse onları alıyor sonraları size ait veya doğru gelmeyenleri atıyorsunuz. Bu sürede öğrenme daimi şekilde devam ediyor. Aile, akraba ve çevreden gelen bilgiler, sokaktaki yaşamla birleşiyor. Şimdiki çocuklar pek de sokakta oynamasa da, bir şekilde yakın çevreden olmayan etkileşimleri ile ''bir diğerine'' olan davranış ve düşünceler var olanla birleşiyor, çarpışıyor ve ortaya yeni fikirler çıkıyor. Paylaşmayı, kavgayı ve ortak çalışma yapmayı buralarda öğreniyor. Okul zamanı başladığında tek prens/prensesin kendisi olmadığını öğreniyor, kalp kırıklığı yaşıyor ve senelerce sürecek olan eğitim ve öğretim hayatına başlıyor. Bir başladı mı da bitmiyor zaten. Anaokuluna gitmek eskiden bir statü göstergesi iken şimdilerde batıda çoğu insan anaokuluna gidebiliyor. Ülkede zorunlu eğitim 12 sene fakat hala doğuda okula başlama yaşı, çocuk işçi sayısı ve kız çocuklarının okulda gönderilmesi büyük bir problem. Bu sorunları burada konuşmak istesem de şimdilik yazı içerisinde batı örneğinden devam edeceğim. Liseye kadar kör topal okuyan kişilerden bazıları erkenden okuma-yazmayı ve araştırmayı öğrenirken bazıları da gerek aile gerekse ekonomik şartlar doğrultusunda okumak istemediği için okulu bırakabiliyor. Ergenliğinde etkisiyle asi olan ve saçma sapan kararlar veren insan yavrusu, lise sonunda bir karar veriyor; ya kendi işini kuruyor ya da üniversiteye gidiyor. Tabii bu kadar çok üniversite mezunu işsiz varken eskiden olduğu gibi üniversiteye gitmeyi savunmuyorum artık. Kalifiye kişiler boşta kalıyor ve başka işler yapmak zorunda kalıyor. Ülkece meslek seçimlerinde toplu kaydırma yapmış gibiyiz. A mezunu b işini yapıyor, b'nin yapması gerekeni c yapıyor... İşveren de, ucuz iş gücü için yeni mezun veya alan dışı birisini tercih ediyor. Stajyerlerin zaten gözleri hep yaşlı. Kendi işini kuran bir şekilde geçiniyor ama üniversite mezunu bölümüne göre iyi bir okuldan mezun olsa bile işsiz kalabiliyor. 

Benim değinmek istediğim taraf, okumadığı/okuyamadığı halde okumuş insanların karşısında tepkisel davranan insanlar: hayat okulu mezunları yani. Toplum, bilgiden ve bilen kişiden korkuyor/çekiniyor. Cahil kalana daha rahat söz geçirdiklerinden sanıyorum. En azından sebeplerinden biri de bu. Ben etrafımdakilerle bildiklerimi paylaşmaktan çok keyif alan birisiyim. Kendi bildiklerimi anlatırken bir de karşı taraf bildiklerini anlatıyor, sohbet öyle akıyorsa değmeyin keyfime. Bilmekten keyif alıyor, araştırıyor ve okuyorum. Bu benim kişiliğimin bir parçası. Bazen de ben bildiklerimi anlatırken karşındakinin aşağılık kompleksi ortaya çıkıyor veya narsist tarafına denk geldiği için hiddetleniyor. Akabinde bu cümle geliyor: ''biz de boş adam değiliz. Okumadık fakat hayat okulundan mezunuz.'' İnsan her koşulda kendini göstermek ister ama karşıdaki insan onu ezmeye/küçük düşürmeye çalışmadığında bu söz/davranış neden ortaya çıkıyor? İnsanın içinde kalan her ne varsa, eğer yaşamazsa/deneyimlemezse yaşamı boyunca ortaya çıkma eğilimindedir. Eksik kalan deneyim önce özleme sonrasında nefrete dönüşüyor. Bu duygular dürtüldüğü zaman mantıklı düşünmek/cevaplamak yerine önce içimizdeki ihtiyacı karşılanmayan çocuk tepki veriyor. Elbette ki her şey okulda öğrenilmez. Hayat öyle bir şey ki, her gün yepyeni şeylerle geliyor karşımıza. Her insandan/olaydan yepyeni şeyler öğreniyoruz. Bu öğrendiklerimiz eğer işlevliyse yani onları bir yerde kullanabiliyorsak tutuyor, benliğimize kabul ediyor, kullanmıyorsak almıyor, bırakıyoruz.  Okul/üniversite bize ne öğretiyor? Şüphesiz ki çok şey fakat hayat okulu mezunlarının da sürekli savunduğu gibi üniversite mezunu olup da ''mal'' olan nice insan var. Yani okumak ve eşeğe semer vurma hikayesi işte. Komik de olsa okumak burada bir ibare sadece. Üniversite bizi daha iyi veya zeki biri yapmıyor fakat alanlar/yaşam/hayat hakkında daha bilgili biri haline getiriyor ve zekamızı işlemeyi sağlıyor. Akılla beraber birleştiğinde hayatı kaliteli bir şekilde idame etmeyi öğretiyor. Okul okumadığı halde bir işte usta olan kişi zamanla uzmanlaşsa da makale taramayı, ödev kazanımlarını bilmediği için konuyu araştırmayı da bilmiyor ve güncel mevzulara hakim olmuyor. Meraklı olmak ve araştırmak insanın içinden gelmeli yoksa kimse sizi meraklı biri yapamaz. Çocukken her şeyi merak eden yapımız zamanla sadece insanları merak etmeye evriliyor. Kitap okumak hala çoğu kişi için azap. ''Cin Ali'' den sonra kitap okumayı bırakan veya ben kitap okumuyorum diye övünen insanı ele alalım. Konuşma ve yazma dilinde günlük kullandığı kelime sayısı ortalama 300 civarındadır. Kitap okuyan insan daha karmaşık/anlamlı cümleler kurabilir, kendini daha iyi ifade edebilir ve karşısındaki insanı/olayları daha rahat algılayabilir. Beynimiz kullanıldıkça açılan bir organ. Ne kadar çok uyarana maruz kalırsak, yer/insan/olay görür ve deneyimlerse o kadar çalışıyor. Yani merak etmeyen bir insanın algısı merak edene kıyasla elbetteki daha sınırlı olacaktır. Neticede kitap okumak, üniversiteye gitmek, dünyayı gezmek sizi algıladığınız kadar geliştirebilir. Siz ne kadar istekli meraklı ve algısı açık biri iseniz o kadar çok şey deneyimleyip öğreniyorsunuz yoksa baksanız da görmüyorsunuz. İçinde öğrenme arzusu ve merak olan kişi okula gitse de gitmese de sürekli yeni şeyler öğrenmeye devam eder. Takdir edersiniz ki, içinde bu arzu ve merak olan kişiler zaten akademik olarak kendini geliştirmeye devam eder. Eğer okuyan biri iseniz bilgiye ulaşım kolaydır fakat hayat okulu mezunlarının ne kadar okuma yaptığını düşünelim. Kitap okuyan kaç kişi tanıyorsunuz? Üniversite mezunu olsun olmasın kaç kişi okumayı seviyor? Bloğumu okumanız için bile ilginizi çekmeye çalışıyorum. Kim bilir kitap okumada durum nasıl? Teknolojinin de etkisi ile insanlar daha az okuyor ve dikkatlerini çekmek daha zor hale geliyor. İnternet üstündeki paylaşımlarda insanların dikkatini çekmek için 5-10 saniyeniz var. Durum böyleyken; uyarıcı çok, dikkat az ve merak yokken kitap okuyan veya doğru bilgiye ulaşmak isteyen insan sayısı da oldukça az halde. Bir de şöyle bakalım; konu hakkında bilgili olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bir konuda yüksek/doktora yapmış uzman olmuş kişilerin bilgisi ile kendinizi kıyaslayın. Konu/bölüm hakkında güncel makale taramak ve eski bilgiler dahil yenisini takip edenlere oranla bilginiz ne düzeydedir? Alaylı olan bir usta ile yüksek mühendisin karşılaştırmasını ele alalım. Usta sahadaki sorunları biliyor ve çözüyor fakat mühendis oldukça bilgi sahibi ve çözüme kısa sürede ulaşmak için izlenecek tüm yolları biliyor ve bilmiyorsa yine kısa süre içerisinde araştırıp bir çözümle ulaştırıyor.

Bilmenin erdeminden de bahsetmek istiyorum. İnsan okudukça bilgilendir ve dünyada öğrenilmesi gereken ne kadar çok bilginin olduğunu keşfeder. Öğrendikçe de bildiklerinin ne kadar az olduğunu, bilginin evren kadar geniş olduğunu fark eder. Kendini geliştirmek istemeyen, cahil olana ise her şey çok basit ve kolay gelir çünkü en nihayetinde cehalet mutluluktur. Cahilken her şeyi biliyorsunuz diğer yandan beyni ne kadar kullanıyorsanız bilgi endişesine kapılıyorsunuz. Cehalette yorum yapmak/sallamak daha kolaydır. Bilen kişi ise yorum yapmaktan daha çok imtina eder; yanlış bilgi vermek istemez, araştıracağını söyler veya bilmiyorum demekten çekinmez. Bilmeyen, bilmese de konuşur. Konuşur da konuşur... Bilmenin erdemi insana bir şekilde ağırlık veriyor. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama okuyan/kültürlü kişinin bakışları farklı oluyor. Yani gözleri daha anlamlı ve parlak bakıyor. Kendinden emin bir bakışı ve duruşu oluyor. Herhangi bir konuda bilgi sahibi olmayan insan ise daha boş gözlerle sohbete devam ediyor. Cahille sohbeti kesmek bu noktada yorulmamak adına önemli olabilir. Tanım olarak cahil, öğrenim görmemiş, okumamış, belirli bir konu hakkında yeterli bilgisi olmayan kişi anlamındadır. Bilen kişi bilgiyi, kaynaklarla beraber sunmaya çalıştıkça cahil olan kaynağı belirsiz, baştan savma, ezbere dayalı söylemlerle ve kendine %100 güvenle konuşur. Bilgilerde yanılma payı vardır. Biri ''bu kesin böyledir'' dediğinde oturup bir düşünmek lazım. Cahile bir şey anlatmak gerçekten çok zor. Sözlerinde yanılma payı olmadığını şiddetle savunur ve yeni bilgiyi sorgulamak için dahil kabul etmez. Bu yüzden bilgiye açık olan insanları çok seviyorum. Herkes, her şeyi bilemez. Bilmek zorunda da değildir fakat yeni bilgiye açık olmak, zihni açık insanların mucizesi/güzelliğidir. İster hayat okulundan ister üniversiteden mezun olun, burada fark yaratan durum sizin bilgiye/bilene karşı aldığınız mesafedir. Neticede başımıza ne geliyorsa ya meraktan ya meraktan gelecek.