Kayıtlar

Ağustos, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kendine acımasızlık etmeme sanatı: Özşefkat

 İnsan en büyük acımasızlığı kendine yapar. Şefkat nedir? Birbirinden güzel anlamlarına bakalım. Arapça kökenli olan şefkat, sevecenlik anlamına gelir. Latincede beraber acı çekmek anlamındadır. Öz de malum işte, kendi kendimize yaptığımız şeyler.  Avrupa, toplumu geçip bireyselliği ön plana aldıkça birey olma mevzusu daha görünür hale geldi. Bu görüşe göre birey, her şeyin önünde/başındadır. Doğa, hayvan hatta diğer insanlar bile birey için vardır. Satış/pazarlama stratejileri ve kapitalizm her gün bize bireyin önemli/özel/biricik olduğunu empoze eder. Bu şekilde biricik olan insan daha bencil ve tüketici hale gelir. Yaşamak zaten zor, bu koşullar ile kendimizi özel hissetmek haliyle hoşumuza gidiyor. Biliyorsunuz gösteriş bizim toplumda oldukça sevilir. Hatta çoğu kişi, başkaları için yaşar. Her yediğini, içtiğini, giydiğini, gezdiğini paylaşması da bundan. Özel hissetme olayı vurgulandıkça, psikoloji içerisinde (özellikle üçüncü dalga terapiler) öz'e dair terimleri hayatımıza da

Fake'i olan insanlar

Biri neden fake (sahte) hesap açma gereği duyar? ''Fake olma'' mevzusu aynı zamanda insanların yapay olması ile ilgili midir?  Sosyal medya çıktı mertlik bozuldu. Artık istediğimiz her yerden, her şeye online olarak ulaşabiliyoruz; insanlar dahil. Eskiden icq, mirc gibi sohbet edebileceğiniz yerler vardı. Sonra yonja geldi. Facebook'la beraber devrim niteliğinde oluşumlar başladı. Hem tanıdıklara ulaşıyor ve onlarla online bir arada oluyor, hem de tanımadıklarınızla tanışabiliyorsunuz. Bazı platformlarda da anonim şekilde sohbet edebiliyorsunuz. Artık her isteğe göre uygun bir kanal mevcut.  İnsanlar kendi gerçek bilgilerini kullandığı alanlarda her şekilde daha dikkatliyken, anonim halde var oldukları yerlerde daha farklı davranıyorlar. Kimliğin ve bilgilerin açık halde olması, çeşitli tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Hiç tanımadığınız birisini bilgilerinizi kopyalayabilir, sahte bir hesap açabilir veya size dava açabilir. Her ne arıyorsanız, tanıdıklar sizi g

Iııy iğrenç kokuyor

Koku... Nasıl anlatsam, nerden başlasam elimde kalacak gibi ama bir yerden tutmaya çalışalım bakalım. Malumunuz insanın beş duyu organı var. Dünyayı onlarla birlikte algılıyoruz. Çalışmalar gösteriyor ki, biriyle tanışınca öncelikle göze, burna ve ağza bakıyoruz. Kalçalara da bakıyoruz ama konuya girmeden dağıtmayalım şimdi. Sonrasında istemsiz şekilde kişiyi/etrafı kokuyoruz. Bunu farkında olarak yapmıyor, olanı algılamaya çalışıyoruz. Koklayarak tanışmak, hayvanlara özgü bir davranış olsa da biz de kokuya göre belirli sinyaller alıyoruz. Eski bir hocam ergenliğe giren erkeklerin, annelerinin kokusunu itici bulduğunu, sebebinin de aile içi üremeyi engellemek olduğunu söylemişti. Koklamak, koklayarak anlamak yaptığımız en ilkel hareketlerden birisi. Beyinde duyu organ merkezleri birbirine yakınken koku merkezi farklı bir yerde ve hatırlamayı sağlayan hipokampusun yanında bulunur. O yüzden duyumsadığımız koku, bizi bambaşka anılara götürebilir, bambaşka şeyler hissettirebilir. Araştırma

Selam, tanışalım mı?

Hayatınızda kaç kişiyi tanıyorsunuz? Kaç kişiyi gerçekten tanıdığınızı düşünüyorsunuz? Birini ''gerçekten'' tanımak mümkün mü?  Bir şeyi nasıl tanıyoruz onla başlayalım. Beyinde görmek, gördüğünü anlamak, tanımlamak/anlamlandırmak için farklı bölgeler aktif oluyor. ''Wernice ve Broca alanı'' bunlarla ilgileniyor. Bir şeyi ilk kez gördüğümüzde, görme bölgelerinde bir bozukluk yok ise önce gözümüzle sonra beynimizle görüyoruz (evet fark etmişsinizdir çok bilimsel bir cümle oldu). Görme gerçekleşince anlamaya çalışıyoruz; iç-dış özelliği nasıl, neye yarıyor, tehlikeli mi, daha önce algıladığımız şeylere benziyor mu? Duyu organları yardımı ile inceliyoruz. Beyin ilk kez karşılaştığı durumda önce tehlike durumunu sorgular. Bu, ilk kez tanıdığımız insanlarda da geçerli. Çalışmalar ilk izlenminlerimizin yüksek oranda doğru olduğunu gösteriyor. Tehlikeyi algılama çok hızlı gerçekleşir. Siz daha olayın ne olduğunu anlamadan Amigdala'ya sinyal gider ve hareket

Saygı duy(m)uyorum

Bu yazıda saygıdan önce, düşünce özgürlüğünden bahsetmek isterdim. Düşünce özgürlüğünün öneminden, ne içi ihtiyaç duyguduğumuzdan ve eksikliğinde neler yaşandığından... Fakat şimdilik üstünkörü geçeceğiz; Silivri soğuktur. Klasik sorularla giriş yapalım. Çocukların düşünce özgürlüğü var mıdır? Çocuklar bir şey talep ettiklerinde aileler nasıl tepki veriyor? Yetişkinler için düşünce özgürlüğü var mıdır? Neye saygı duyulur? Saygı duyulmayacak şey var mıdır?  İnsan yavrusu bir şey istediğinde ailesinin tepkilerine denk gelmişsinizdir. Düşünmeden veya çocuğu dinlemeden talebini red ediyor, yasaklar koyuyor ve despot bir şekilde isteği direkt yok sayıyorlar. Çocuk, istediği şeyi neden istiyor, duyguları ve motivasyonu nedir bilmiyorlar. Ebeveynin talebi reddetme sebebi, sonuçların çocuğun zararına olması mı yoksa sırf ebeveyn öyle istediğin için mi?  Küçüklükten beri aile içinde ve toplum içinde belirli kurallarla büyüyoruz. Sırf bir arada ve uyumlu yaşamak için değil, isyankar olmayalım v

Hayat okulu mezunları

Günlük hayatımda eskiden beri duyduğum bir söz ''Hayat Okulu'' Nasıl bir okul bu? Giriş veya mezuniyet için belirli bir puan/not ortalaması gerekiyor mu? Herkes gidebiliyor mu? Bu okuldan kalan var mı? Cehalet bu okulun neresinde yer alıyor? ''Formal ve informal eğitim'' diye bir mevzu var. Formal eğitim okulda, informal eğitim ailede başlıyor. Dünyaya geldiğiniz yer sizin için bir nevi kaderiniz. Coğrafyanın kader değil fakat yarı kader olduğunu savunuyorum her zaman. İçinde yer aldığınız ülke, şehir, toplum, mahalle ve en önemlisi aile kişiyi, olduğu kişi olarak var ediyor. Temel ihtiyaçları karşılamayı, davranışları, duygu ve düşünceleri buralarda öğrenmeye başlıyoruz. Gen aktarımı sayesinde travmalar dahil birçok şey bize aktarılıyor. Davranışçı yaklaşıma göre çevrede ne görüyorsanız onu öğreniyorsunuz. Bir çocuğun ilk tanrıları annesi ve babası oluyor. Onların hatalarını gördükçe başlıyor yaşamak. İlk başlarda size ne verilirse onları alıyor sonrala

Yanlış anlamazsanız, dilenci değilim...

Birbirine oldukça yakın kavramlar olarak ''yardım'' ve ''iyilik'' olgularını inceleyeceğiz. Tek bir anlamdan ziyade, özneye göre oldukça farklı algılanan ve ifade edilen kelimeler olduğundan, sözlükte değil, içimizde ne anlama geldiğine bakalım.  İyilik , (iyi ve kötü olgularından doğduğu için) bir karşılık beklentisi olmadan yapılan, karşıdaki kişi talep ettikten sonra veya haberi olmadan gerçekleştirilen, derecesi (küçüğü-büyüğü olmayan), vicdan mastürbasyonu ile yapılmayan, kişinin her zaman yararı ile sonuçlanmama ihtimali olabilecek bir kavramken  yardım , karşılık beklentisi ihtimali olabilecek, karşıdakinin talebi doğrultusunda gerçekleşen, derecesi (küçüğü-büyüğü olan), vicdan mastürbasyonuna iyi gelen, kişinin genelde yararı ile sonuçlanan bir kavram olsun.  Bu kavramlar sınırları olmayan ve birbirinin içine geçmiş, yaşantılardan yola çıkarak tanımlayabileceğimiz hassas kelimelerdendir. Pekala herkesçe farklı ifade edilebilir. Ben, benim pencere