Kadıköy ol biraz abi, bi sal

Bilime sonuna kadar inan biri olarak, bugün yüzümü biraz evrene dönüyorum. Her boku rasyonelleştirip, akıl-mantık düzlemine oturturken arada akıl ötesi yerlere de bakalım derim. 

Anksiyete bozukluğu (özellikle yaygın anksiyete bozukluğu) hemen hemen herkeste ve her yerde görülüyor artık. Hep bir şeyler için endişeliyiz, gerginiz, koşturuyoruz, çabalıyoruz... Kendimizle ayrı, sevdiklerimizle ayrı, iş ve çevre ile ayrı uğraşıyoruz. Her yeni değişkene uyum sağlamak, şartları revize etmek, problemlerle mücadele etmek gerekli. Hayatın yükü yeterince ağırken, bir anda ortaya çıkabilen maddi ve sağlık sorunları da cabası... 

Sakin, tahmin edilebilir, görece daha sınırlı bir hayat, muhtemelen daha az kaygı anlamına gelirken, büyük şehirde, kalabalık bir çevrede yaşamak o kadar çok uyarıcıya, ani uyana maruz kalmak, haliyle de daha yüksek bir kaygı durumunda bırakır bizi. Şaşırtmayan bir sonuç doğrultusunda, ne kadar karmaşık hayata sahipseniz bu karmaşa süprizlere, sürprizler de uyum sağlamaya çalışmak sonucunda kaygılara uygun bir zemin sağlar. İşin temelinde kaygı, hayatta kalmamıza yardımcı olsa da bazen ipin ucu kaçar. Zihnimiz andan kaçıp geçmişe veya geleceğe gider: ''Ya x deseydim/deseydi, x yapsaydım/yapsaydı, y olursa ne yaparım/ne yapar(lar)'' vs. Kendimizi sürekli pişmanlıkların veya pişman olmamak için yapacağımız eylemlerin içerisinde çırpınırken buluruz. Gece yatağa yatınca konu konuyu açar hani. Uykuya hazır olması gereken zihin, kaygı dolu şekilde andan çok uzaklara kaçar gider. Tut ki yakalayasın... Kaygılar/endişeler çoğaldıkça ve uzun süre zarfında bozukluk boyutuna ulaşınca, gerçeklik algısına bir şekilde zarar gelir. İhtimaller arasında gidip-gelen düşüncelerle karar vermek, daha da önemlisi, sağlıklı bir şekilde hayata devam edebilmek oldukça zorlaşır. Hatta müdehale edilmezse, gün geçtikçe kişinin günlük işlevselliği zarar görür. 

Bir şeyi çok istiyoruz diyelim. Kendimizi oldukça zorluyor hatta sıkıntılı durumlara sokuyoruz falan. Kaygı denizinde boğulmadan önce kendinize şunu sormanızı istiyorum: Bunu gerçekten istiyor muyum? Elimden gelen her şeyi yaptım mı?'' Diyelim ki gerçekleşmesini istediğiniz şeyi gerçekten istiyorsunuz ve elinizden gelen her şeyi yaptınız. Yine de kaygılısınız. Neden? Yani gerçekten sınırlarınız dahilinde elinizden gelen her şeyi yaptıysanız, endişelenmek neden? Olay artık sizden çıktı. Denediniz, uğraştınız. Bundan sonra başka yapabileceğiniz bir şey kalmadı. Artık süreç kader-kısmet işi, evren muhabbeti yani. -Ki bu kader olayını, pek de bunlara inanmayan bir yerden söylüyorum. Ama denediniz işte, bundan sonra iyiyi ummaktan başka bir şey gelir mi elden? Eşeği yine sağlam kazığa bağlayın, sonra da evrene salın. Olmuşla, ölmüşe çare yok malumunuz. Zamanı geriye alamayız, sihirli değneğimiz de yok. Olmuş olan kötü hissettirse bile, tekrar tekrar an'ı düşünmek, alternatifleri kafada kurmak kaygıdan başka hiçbir şey sağlamaz insana. Telafisi olan durumlar olabilir fakat olmayan yerlerde elinizden bir şey gelmez. Henüz gerçekleşmemiş olaylarda ise elinizden gelenin en iyisini yapıp, iyi bir sonuç beklemekten başka bir alternatif yok. 

Diyelim ki çok istediğiniz o şey olmadı. Muhtemelen üzülecek, sinirlenecek, ''ne yapsaydım da olurdu?'' kanalına gireceksiniz. Kaygılar yükselecek, zihin dinginliğiniz bozulacak. Peki olana sıkı sıkı tutunup onu salmamak yerine ''bırakmaya'' ne dersiniz? Burda bırakmak dediğim şey, olanla/olmayanla vedalaşma hali. Siz zaten elinizden geleni, bazen iyi iyisini, hatta bazen de defalarca yapmayı denediniz. Olmadı, yine olmadı. Ee n'apalım yani? Dünyanın sonu değil ki. Şimdi onu bırakmanın, salmanın zamanıdır. Bırakamadığınız ne varsa, hem zihninizde hem omuzlarınızda taşıdığınız bir yük. Sağlıklı bir şekilde hayatınıza devam etmenizi engelleyen psikolojik, daha sonra da belirli şeklinde ortaya çıkacak somatik (bedensel tepki) bir sorun. Hali hazırda bu kadar zorluk varken, değiştiremeyeceğiniz şeylerin sonuçlarını da yüklenmeye hevesli misiniz gerçekten? Kadıköy olun biraz aabbieee. Bırakın gitsin. Doğaya salın, suya atın, arkadaşınıza anlatın. (Ama bağımlılıklar ile üstünü örtmeyin.) Artık nasıl yapıyorsanız, vedalaşın. Tekrar tekrar bir şeyleri düşünmek, konu ne olursa olsun sizi hasta eder. Her zaman kolay değil, biliyorum. Özellikle yerleşik düşüncelerde çok daha zor. Sizi orada tutan her ne ise; pişmanlıklar, yaralar, aşklar, söylenmemiş sözler... Kendinize  bağıra bağıra elinizden gelen her şeyi yaptığınızı söyleyin. Bunu fark edin ve içselleştirin. Kaygıyla kendi başınıza veya gerekiyorsa terapiden yardım alarak, vedalaşın. Kayıpların sağlıklı bir şekilde yasını yaşayın, sonrada onları yavaşça toprağa gömün. Siz bırakın. Hem belki dönerse gerçekten sizindir. Kim bilir?