Yaşama sevincini yitirmek

İnsanlar bir süredir içinde sönen ışıktan, yaşama sevincinin sönmesinden/azalmasından bahsediyor. Hoca da durur mu, yapıştırıyor yazıyı. Bu konu depresyonla karıştırıldığı için inceden oraya değinerek başlayalım. 

Depresyon, yani majör depresif bozukluk beyni etkileyen, biyolojik ve sosyal sebeplerden meydana gelebilen, çeşitleri olan psikolojik bir rahatsızlıktır. Gündelik hayatta çok rahat şekilde ''depresyondayım yeaa'' desek de, asıl tanı belirtilerinin en az 2 hafta sürmesi ve uzman tarafından konulması gerekir. Öyle ha diyince girilen, ha diyince çıkılan bir şey değil yani. Her depresif veya melankolik duygu hali, depresyonda olduğumuz anlamına gelmez. Bununla birlikte yaşam sevincini yitirmek ve depresyon arasında umutsuzluk, çaresizlik, hayattan zevk almama, ilgi kaybı, boşluk hissi gibi birçok ortak semptom görülse de ikisini birbirinden ayırmak önemlidir.

Şimdi yaşama sevincini yitirmek için, önce kişinin içinde bu sevincin olması gerekir (of tespite gel.) Yaşamayı/hayatı sevmeyen, ölüme methiyeler düzen biriyseniz önce burayı çalışmak lazım. Neden sevmiyorsunuz olm? Hayatın karanlık tarafıyla beraber güzel yanlarını da görebilmek yetenek işi. Öyle büyük bir yeteneğe lüzum yok, az bir şey de işinizi görür. Gözleriniz olabilir, görme kaybınız da yoktur ama pekala yaşamı göremiyor/görmüyor olabilirsiniz. Gözlerinizi sımsıkı kapatmayı seçmiş de olabilirsiniz fakat ''gözlerinizi kapatsanız da ışık hala oradadır.'' Sabah uyanınca yeni güne şükür duymak, kuşları duymak, gün ışığını doğarken/batarken izlemek, çiçekleri koklamak, toprağa dokunmak, denizi ve gökyüzünü izlemek... Hepsi yaşamın bir parçasıdır ve inanın bazı insanlar bu güzelliklerin yanından sadece geçer, giderler. Tabii kimseyi bunları yapmıyor diye suçlayamam. Hayat zor, bazılarımıza daha da zor. Ölümler, ağır iş yükü ve saatleri, borçlar, ayrılıklar, aile/arkadaş/partner sorunları veya halihazırda bu ülkede yaşamak yeterince ağır. ''Hadi her şeyi boş verelim, sabah kalkıp güneşi selamlayalım, hayat her şeye rağmen mükemmel, negatif basmayın, only good vibes aaabiiee'' diyen Pollyanna kişisel gelişim kitap yazarlarından değilim. Sorunları görmezden gelelim de demiyorum. Zorluklar hep vardı, var ve var olacaklar. Konu, bu zorluklarla neler yaptığımız. Her şey gelip-geçici; bunda hemfikiriz sanıyorum. Mevzu geçmemesi değil zaten, kime, nasıl geçtiği. 

Günlük hayatın dinamikleri içinde sorunlarla karşılaştığımızda ne yapıyoruz? Madde kullanıyor (önerilmeyen), arkadaşlarla dertleşiyor, spor yapıyor, son ses müzikle temizlik yapıyor; yani bir şekilde deşarj olmaya çalışıyoruz. Kafayı boşaltmak için bize ne iyi geliyorsa, onu yapıyoruz. Sorun ne kadar büyükse, mücadele de o denli büyük oluyor. Destek mekanizmalarına başvursak da, bazen olanı tolere edemiyoruz. Çözmeye çalışıyor, çevreden destek arıyoruz. Ağlıyor, acı çekiyoruz. Zaten asıl acıya tepki vermezsek sıkıntı. 

İçimizde yaşama sevinci var fakat bir şekilde buna zarar geldi diyelim. Her şeyden önce bilmelisiniz ki, bu oldukça doğal. Moraliniz bozulduysa bunla savaşmanın bir anlamı yok. Sürekli pozitif olmaya/kalmaya zorlamayın kendinizi. Akışa bırakıp hüzünden kendinizi  parçalayın da demiyorum tabii. İnsanız en nihayetinde. Çok dalgalı/değişken olmasa da çeşitli duygudurum halleri yaşıyoruz. Sıkıntı yaşayınca çevreyle paylaşmak içimizden geliyor fakat çok sevdiğim bir kamyon arkasın yazısında da dediği gibi: ''Ne derdin var anlat diyorlar, anlatıyorsun ''boş ver'' diyorlar.'' İnsanlar bazen dertlere karşı çok acımasız ve anlayışsız olabiliyor. Bazen sadece sırf anlatmak olsun diye dert anlatırsınız, onlar akıl vermek ister, boş ver/takma der. Ulan zaten kafaya takılmayacak bir şey olsa, neden takalım? Sorun her ne ise, bana dert olmuş ki moralim bozulmuş. ''Takma, aman boş ver, geçer, düşünme çok'' gibi telkinler işe yarasa, zaten psikoloji bilimi oraya çıkmazdı ya, neyse. Yaşam sevinci, (genelde) günlük hayatta karşılaşılan tek bir sorun ile bir anda yok olmaz. Tabii bu derdin büyüklüğüne, destek mekanizmalarına rahat ulaşıma, hayatın hangi döneminde olduğunuza göre değişkenlik gösterir. Bir şeyler üst üste gelir, anlamlar ağırlaşır hatta içleri boşalır, olan ne ise, artık tolere edilebilecek sınırların üstüne çıkar. Sonra bir bakmışız, puff, yaşam sevincimiz bizi terk etmiş. İşin iyi tarafı, en başta bahsettiğim gibi; yaşam sevincinin kayıp hali, depresyon kadar uzun sürmez. Bizden gitse de, yeniden güzel şeylere şahitlik ederken tekrar inşa edilir. Carpe Diem'de anlatmak istediği gibi hayatı, iyi ve kötü yanlarıyla kabul etmek gerekir. Her zaman iyi şeyler yaşamadığımız gibi, kötü şeyler de yaşamayız. Full paket gibi düşünün bunu veya roller coster gibi. 

Depresif bir dönemden geçiyorsanız öncelikle bunu fark edin. Her zaman her duyguyu almak veya kabullenmek zorunda değilsiniz. Onlar orada bir dursun. Almayın. Hislerinizi ve düşüncelerinizi fark edin. Kendi sürecinizi kucaklayın, onla savaşmayın. Yaşayın. Zamanı gelince de onlarla vedalaşın. Bu süreç uzarsa veya sizin için zorlayıcı olursa, mutlaka bir uzmana danışın. 

Bizi, biz yapan bütün her şeyin toplamıyız. Bugünkü halimiz, şu ana kadar yaşadığımız en iyi formumuz. Daha iyisi olabilir mi? Pekala. En kötüsü de olabilir, bilemeyiz. Geçmişte ya da gelecekte yaşamak sadece takıntıları tetikler. An'dan koparır insanı. Şu an var, şimdi var, onu yaşıyoruz. Yaşadığımız tüm süre zarfında düşüyor, kalkıyoruz. İçimizden hiçbir şey yapmak gelmeyebilir, ışığımız sönebilir ama ışığın kaynağı bizde. Cem Yılmaz diyor ya ''içimizde.'' Sönse de ışığı yeniden yakan, yine biziz. Melankoliyi yaşadıktan sonra, bazen kan-revan içinde yeniden ayağa kalkabilmek gerekiyor. Neden gerekiyor, oradan söylemesi kolay derseniz, yaşam varsa ümit var derim size. Yaşıyoruz, nefes alıyoruz, sağlıklıyız; hepsine binlerce kez şükür. Bulun içinizdeki o gücü, o oralarda bir yerde. 

Gözünüzü kapatsanız da, ışık orada.