Sanmak, zannetmek, atama, varsayım

İletişime biraz biraz giriş yapmıştık. Şimdi de bu sanma/zannetme olayına bakalım. Sohbet ederken kendimizi anlatır, samimiyete göre dertlerden bahseder, karşıdakini dinler, biraz soru sorar, biraz da bize yöneltilen sorulara cevap veririz. Aktif bir dinleyici olmak adına karşıdaki kişi konuşurken, vereceğimiz cevaplara odaklanmak yerine onu dikkatli bir şekilde dinler, sözlerinin bitmesini bekleriz. Sohbeti domine etmemek için sırayla konuşuruz. Böylece biri diğerinden daha fazla konuşmamış olur. Biri dinlemeyi, diğeri konuşmayı daha çok seviyor olabilir. Özel durumlar haricinde kişiler, birbirlerine yakın oranda konuşarak sohbet ederler. 

Bazen soru ve cevaplar oldukça basittir. Ucu kapalı, nesnel, yoruma açık olmayan soru ve cevapların insanı yoran bir tarafı yoktur. Birine ''x nerde, ne renk, hangi malzemeden?'' derseniz cevap, ''duvarın yanında, siyah, tahta'' olacağından, soru sorana da cevap alana da her şey net ve kolaydır. Bazen de özellikle kendimizden, duygu ve düşüncelerimizden bahsederken araya ucu açık, belirsiz, akışkan, değişken, öznel hatta kişilerin bile cevabını bilmediği ifadeler devreye girer. Birine ''ne hissediyorsun, neden böyle davrandın, bunca yaşanmışlıktan sonra nasıl onla görüşmeye devam edersin?'' derseniz, cevaplar oldukça karmaşık olabilir veya kişi ''bilmiyorum'' yanıtını verebilir.

Soru ve cevap netken sorun yok fakat insanların söylemde ve düşüncede atama yapmak gibi bir huyu var. Nedir ''atama yapmak''? Kişinin kendi beyanı dışında sandığınız, varsaydığınız, atfettiğiniz, zannettiğiniz her şeydir. Diyelim ki biri x hissettiğini söylüyor, x davranışı sergilediğinden bahsediyor diyelim. Siz ona ''hayır sen y hissediyorsun, y yapmışsın'' derseniz ona duygu/davranış ataması yapmış oluyorsunuz. Kişi kendi duygu veya davranışına uygun bir tanımlama yaptığında veya yapmak istemediğinde, fikriniz sorulmadan duruma uygun bir etiket koyarsanız bu ''atama'' oluyor. Atama, sanmak/zannetmek olayının temellerinden birini oluşturuyor. Karşıdakinin beyanı haricinde siz kendi zihninizden, genelde eldeki veriler ile genelleme ve tümevarım yaptığınızda, bir şeyi ''sanmış'' oluyorsunuz.

Zihnin temelinde Gestalt yaklaşımının da dediği gibi; bir parçayı bütün olarak algılama arzusu vardır. X ve y verileri var ise, ardından z geleceği varsayımı ile hareket ederiz. Gerçekte ise, kişi beyan etmeden ortada z olup olmadığını bilemeyiz. 

Sanrı/sanı üzerinden atama yapan, yanlış anlayan ve tepki veren birine ''neden böyle yaptın'' diye sorarsanız ''sen böyle böyle yaptığın için böyle düşündüm/sandım. Böyle anladım. O yüzden bunu yaptım'' diyecektir. Yani düşünce ve davranışı kendince anladığı, anlamlandırdığı, kendi zihnine göre yorumladığı için, doğru anlayıp anlamadığına dair teyit almadan, karşı hamlede bulunmuş olur. Durun durun kafalar yanmasın örnek vererek anlatmaya çalışayım. Eşya veya bir iş arıyorsunuz diyelim. Etrafa da haber verdiniz, denk gelirse sizinle iletişime geçmelerini rica ettiniz. Kişiler böyle bir arayışınız olduğunuzdan haberdar. İletişim kurmadığınız kısa bir aradan sonra size ''ya sen yazmadın, ben de başkasına söyledim.'' diyebilir. İletişim kurulmadığında ya da size ulaşılmayan o kısa zaman zarfında kendi kendine ''demek ki bulmuş, ihtiyacı yok'' varsayımı yapmış oluyor. Ya da sevgililerden örnek vereyim. Taraflar (özellikle ilişkinin başlarında) yorumladıkları yanlış mesajlar ile birbirine saçma sapan davranabiliyor. ''Sen böyle böyle yaptın. Beni kıskandırmak istediğini düşündüm. Ben de şöyle şöyle yaptım.'' 

Yani sanrı, kişilerin kafasında başlıyor. Yanlış yorumlama, karşı bir harekete dönüşüyor. Yanlış anlayan yüzünden başlayan iletişim sıkıntısı, taraflara keyif vermeyecek bir eylemle sonuçlanıyor. Bu saçmalıkların hepsi de, kişiler açık iletişim kurmadıkları ve dürüst bir şekilde soru sorup onay almadıkları için oluyor. Ne garip yav. 

Tabii bu çok geniş bir konu. Bunu konuşurken paranoyadan ve alınganlıktan da bahsedebiliriz. Birinin kendi kendine alınması veya kalbi kırıldıktan sonra hiçbir şey söylemeden veya kendince ima ederek anlaşılmayı beklemesi de sanrıya giriyor. Kurban olam ben müneccim değilim ki, sen alındığını veya özür beklediğini ifade etmezsen ben her zaman bunu anlayamam ki... 

Bir de ''rahatsız ettim'' varsayımı var. Hoş, gerçekten rahatsız edenleri düşünürsek, kişilerin buna dikkat ederek rahatsız etmek istememesi daha ince bir davranış. Rahatsız ettiğini düşünen durduk yere ''sanırım rahatsız ettim, rahatsız etmiş gibi hissediyorum, he sen rahatsız oldun'' diyor. Bu da yersiz bir varsayım. Açık bir iletişimde rahatsız olan kim varsa zaten dile getirir. Kimsenin ''öyle hissetmesine'' gerek kalmaz. 

''Ee onu saymayalım, bunu zannetmeyelim. Peki ne yapalım?'' dediğinizi duyar gibiyim. Şaka şaka duymuyorum. Yine de cevap vereyim. Sanmak veya zannetmek yerine, evet, her şeyi sormak zorundasınız. Kişilerin söz veya davranışlarına dair hoşunuza gitmeyen veya anlam veremediğiniz bir şey olduğunda izin alarak, saygı duyarak ve sınır ihlali yapmadan söze veya davranışa dair onay almalısınız. Yanlış anlamış veya hiç anlamamış olabilirsiniz. Atama yapmadan, zannetmeden, sanmadan verileri kafanıza göre birleştirmeden sorun, doğrusunu öğrenin. Sanrılar kafada kurmaktan öteye taşımaz sizi. Gerçekler öyle mi be? Hey yavrum hey...