Yalan söyle bana

Gerçeğin birçok yanı vardır; mutlu eden, yüzleştiren, hayal kırıklığı yaşatan, acı veren... Sorsak, herkes gerçeğin peşinde.  Doğruları arıyor, doğru söylüyor, doğru konuşuyor. Yalana düşman. Ay canım, ne kadar tatlılar ya (kalp kalp) Yalanı ve sınırlarını kesin olarak belirtebilmeyi isterdim fakat burada da kesin bir tanım mümkün değil. Tanım olmasa da çevçeveyi belirleyebilmek adına şöyle bir şey diyelim: doğru olmayan her şey, yalan olsun. Eksik söylem de buna dahil olsun, yalanın renkleri de, yalanın kendisi de. Çok geniş bir ifade oldu ama yavaş yavaş toplarız gibi. 

Çeşitli sebepler ile yalan söylüyoruz. Yalanla çocukken tanışıyor, nasıl bir şey olduğunu ilk önce aileden öğreniyoruz. Yaşlandıkça profesyonel bir hale geliyoruz. Zamanla kapsamlı, sistemli ve kuşkuya mahal vermeyecek şekilde yalan atabiliyoruz. Peki neden yalan atıyoruz? En başta kabul etmek gerekir ki, yalanın koruyucu bir tarafı var. Ya bizi, ya karşıdakini ya da bir durumu koruyor. Anıların, beyinde olduğu gibi değil de, eksik veya yanlış kayıt edildiğini de belirtmem gerekir. Beyin, gerçeği işine geldiği gibi kayıt etmeyi ve her defasında yeniden şekillendirmeyi seviyor yani. Gerçeği kabullenememek de yalan için başka bir sebep. Gerçek bazen öyle acı veriyor ki, yapay bir dünyada en başta kendimizi sonra bir diğerini kandırmak istiyoruz. Ayrıca kronik yalancılar var. Patoloji sebebiyle yalandan ve  karşısındakini manipüle etmekten keyif aldıkları için onları yazının dışında tutuyorum. 

Yalan atmayan var mı aranızda? ''Ben varım'' diyen en büyük yalancılara selam olsun burdan. İnsan hemen hemen her durum için ve her gün yalan atabilir. Öyle otomatik ve hızlı gerçekleşir ki, kendisi bile yalan attığını fark etmeyebilir. Yine de çok üstün bir çakal veya profesyonel yalancı değilse kendisine ''yalancı'' demez. Bu etiketi yakıştırmaz. Kendini savunmaya geçer, sözlerini masumlaştırmaya çalışır hatta yalana renk bile verir; pembe der, beyaz der, yalan bu ya her şeyi der. Yalan renklerinin şöyle bir durumu var: söyleyen için önemsiz, duyan için önemli olabilir. ''Ne var ki bunda, pembe bir yalandı'' diyen biri, yalanı önemsizleştirir ve yalan atıyor olmasına takılmaz bile fakat duyan kişi için bu pembik yalan, anlam taşıyabilir. Neticede her şekilde yalan, yalandır. Biliyoruz ki masum değiliz, hiçbirimiz. Bu küçük/renkli yalanları her gün biz de söylüyor veya dinliyoruz. Cepte sigara olmasına rağmen sigara yok diyor, biraz daha uyuyup trafik vardı diyor, sevmediğimiz halde seviyorum diyoruz... Tam tersi şekilde, yalanın rengine/büyüklüğüne aslında söyleyen değil, duyan karar verir. Sonuçların ille de çok yıkıcı olmasına gerek yok, söylenenler pekala duyanın hoşuna gitmeyebilir ve kendine yalan atılmasından rahatsızlık duyabilir.

Yalan, çok nadir şekilde aniden ortaya çıkar. Genelde yalanı atan kişi, gerçek ortaya çıkana kadar kanının son damlasına kadar kendini savunmaya devam eder. Gerçeklerinin söylenmesi için ya işler ters gitmeli ya da (neredeyse hiç) yalan söyleyen yalanından vazgeçmelidir. 

Sizle konuşmak istediğim, daha çok yalanın koruyucu tarafıyla ilgili. İnsanoğlu gerçekleri duymak istediğini söyler de, durum gerçekten öyle mi? Bazen doğrusunu bildiğimiz yalanlara inanmak isteriz. Hem de çok isteriz. Ona sımsıkı tutunuruz. Yalan atan kişiyi ''yok ya böyle bir şey dememiştir/yapmamıştır.'' diye, ondan daha çok koruruz. İhtiyacımız vardır, iyi hissettiriyordur. Ta ki bir yere kadar... Koruyucu yan artık işlemediğinde ''bana doğruyu söyle, duymak istiyorum'' dediğiniz olmadı mı hiç? Bu öyle gariptir ki, gerçeği duymak istediğimizde bile her zaman gerçeği duymak istemeyiz. Gerçekler acı ve acımasız olabilir. Olanları, olduğu gibi duymak, onlarla yüzleşmek her zaman kolay olmaz. Doğruları, en yalın hali ile duymaya hazır mısınız cidden? Kendinizi en kötü senaryoya hazırladınız, kalbinizin kırılmasını da göze aldınız. Duyduklarınız ağır gelirse ne olacak? Yalanlar ile kandırılmayı mı acı gerçekleri mi tercih edeceksiniz? Gerçeği seçen cesur bir savaşçısınız diyelim, sonrasında duygu ve düşünceleri tolore edebilecek misiniz? En basit hali ile, duyduklarınızı kaldırabilecek/taşıyabilecek misiniz?

Açık iletişim kurmak veya minimum yalanla ilişkileri sürdürmek biraz cesaret işi. Söylenenler acımasız olabilir, kişiyi incitebilir en önemlisi de ilişkiyi zedeler ve sonlandırabilir. Söylenmezse de ilişki bir yalan üstüne kurulu olur. Ay iki ucu sıkıntılı değneğin. Buna rağmen beraberce konuşmak, duygularla beraber düşünceleri söylemek, nedenleri anlatmak önemlidir. Kırabilir, kırılabiliriz. Sadece yalana maruz kalarak değil, yaşamın her alanında her şekilde de olabilir. Biraz handikaplı bu işler. Kalbimizi açınca, karşıdaki kişi hakkımızda güzel düşünsün diye yalana daha meyilli oluyoruz; söyleyen olarak da duyan olarak da. İnsanız. Geçmişte övündüğümüz şeyler yaşamıyoruz her zaman. Utansak da, çekinsek de; her hali ile, bizi biz yapan ne varsa, hepsinin tamamıyız. Belki de, en karanlık taraflarımızı dahi anlattığımız/anlatabildiğimiz kişi doğrudur? Olduğu gibi kabul edilmek hepimizin ütopyası.

Gerçekleri duymaya hazır sanıyoruz kendimizi ama gerçeğin ne kadar güçlü olduğunu unutuyoruz. Biz söylesek de, kaçsak da, kendisi hep orda. Kandırılan sadece yalanı duyan değil, atan da. Bir yalan üstüne kurulan gerçek, ne kadar gerçek olabilir? Yalan söyleyen bir cesaret doğruları söyler belki de, duyanın yüreğine nasıl işler olanlar? 


''Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var.'' Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsin?