Herkesin bir derdi var(mı?)

Bugün insanın ikiyüzlü olduğu bir konudan bahsedelim. ''Herkesin bir derdi var.''


Öncelikle tanım yapmak gerekir değil mi? Dert nedir? Sıkıntı nedir? Bize dert olan, herkese olur mu? Evrensel bir dertlenme mümkün mü? Dert bende, derman sende mi yoksa dert bende, derman, sen de mi?
Bize huzursuzluk veren, akışımıza engel olan her şeye dert/sıkıntı diyebiliriz. Olacağına varacak veya varmasını ümit ettiğimiz durum, düşünce, anların veya sabit bir durumun başkaları tarafından veya kendi kendimize engellenmesi ve/veya bozulması haline verilen isim diyelim.
Her ne yapıyorsak, ne hissediyorsak, neyi amaçlamışsak bu durum devam etsin ve engel çıkmasın isteriz. Ve ne yazık ki (belki de iyi ki) hayat, hesaplanabilir bir pozitif bilim dalı değildir. Sonsuz değişkenler vardır ve insan zihni sadece birkaç senaryoyu önceden hesaplayabilir. Doğduğumuz çevre ve diğer her şey (genler, tanıştığımız insanlar, ölümler, doğumlar vs) bizi, biz yapan etkenler. Örneğin, zengin ve nispeten daha az sorunlu bir ailede doğmuşsak, en ufak şeyler sorun diye adlandırılacaktır. Fakir veya göçmen bir ailede ise, çok daha zorlu durumlara dert adı verilecek.
Ağzı olan ve bilişsel bir bozukluğu olmayan her insan karşılaştığı soruna ''dert'' diyebilir. Ve biliyorsunuz kişinin beyanı esastır. Peki doğru tanımı nedir bunun? Dertleri nasıl ayırabiliriz? Ölçüsü, ölçeği var mıdır?
Karşılaştığımız en ufak engele dahi, dert diyebiliriz çünkü o an bişeyin olmasına veya olmamasına (buna akış diyelim) izin vermeyen bir durum vardır ortada. Beraberinde getirdiği kaygılar da olacaktır. Hem de kontrol edemediğimiz türden. O an dürtü yerine beyin ile düşünsek yüksek ihtimal yapmayacağımız şeyler yapmamıza sebep verir. 
Sıkıntılı bir durum olduğunda önce içimizde sıkıntıyı tanımlarız. Kelimeler ile değil fakat bir harita çıkarırız. Neden oldu? Sorumluları kim? Farklı ne olsaydı, sonuçlar değişirdi? Sonuçlar değişse neler yaşanırdı gb. Sonrasında direkt çözüme geçmeyiz aslında. Bir an, kendi ruh halimizi sorgularız. Kaygı durumunu veya korkup korkmadığımızı tararız ruhumuzda. Her sorun, her an çözülecek diye bir şey yok sonuçta değil mi? Bazı sorunlar gömleğe dökülen bir dondurma, bazıları ise hakkınızı yiyen bir kişi veya kurumla ilgilidir. Harekete geçilse bile saniyesinde herhangi bir sonuç alınamayan haller de var yani. 
Kaygı ve korku, sıkıntıya eşlik eden iki büyük gardiyan. ''Ya istemediğim bir şey olursa?'' şeklinde bir pankart taşıyorlar ellerinde. Çoğu insan makul halde, hesaplayabilir ve tahmin edilebilir, stresten uzak bir yaşam diliyor. Bu, nasıl bir hayat yaşadığınız ile müsemma. Çok uyarıcı varsa; çok insan, çok yaşam... Beraberinde hareketli olayları getirecektir ve olaylar her zaman mutluluk dolu olmayacaktır. Ne kadar hareketli bir hayat yaşanırsa o kadar sürpriz demek. Yaşamın kendisi yani. Burada asıl soru: Yaşamı, her şeyi ile; olumlu ve olumsuz yanı ile kabul etmeye hazır mısınız? (Latince ''carpe diem'' in gerçek anlamı budur. Öyle ''anı yaşa'' değil yani.)

''Karşılaştığın herkes hayata karşı bilmediğin bir savaş veriyor. Nazik ol. Her zaman.''

Pışşıık. Yer mi bu Anadolu çocuğu? Anlatmaya devam ediyorum.

Beyanımız dahilinde dert dediğimiz her şeyi, dert kabul ettik. Tamamdır. Çevresel şartları da az çok kafanızda canlandırdınız. Şimdi... Derdi, dert yapan nedir? Büyüklüğü mü? Ne kadar sürdüğü mü? Çaresiz ve amansız olanları ne yapalım peki? Bir hiyerarşi olsaydı en büyük dert tanımı dahilinde, çaresiz olanlar, en tepede olurdu. Ölüm ve hastalık bunlara örnek. Sonrası ise yine bir etik savaşı. Ben sıralamasına sıralarım da ikiyüzlü insan ''sen dertleri mi yarıştırıyorsun?'' der. Evet bal kuşum, şu an tam da bunu yapıyorum. 

Dert ne yazık ki alınamayan bir ayakkabı, gidilemeyen bir yer, dönmeyen sevgili, kaçırılan sınav, virüs sebepli evde kalmak, verilemeyen kilo, ayrılan ebeveynler değildir.

değildir.

Dert veya sıkıntı, adına ne dersek diyelim... Yemek bulamayacak kadar aç olmaktır. Aç kalmaktır. Yiyemeyecek kadar sağlıksız olmaktır. Aileyi geçindirmeye çalışmaktır. Başka hiçbir imkan kalmadığından seks işçiliği yapmaktır. Kışın incecik kıyafetler ile, kat kat battaniye ile uyumaya çalışmaktır. Buz gibi fayansta ayak tabanları yana yana yıkanmaya çalışmaktır. Çaresi olmayan hastalıktır. Ölümün, yaşama değdi andır. 

İnsan iyiye eğilimli doğar fakat ruhu çiğdir. Zamanla olgunlaşır ve pişer. Yaş alırken kötülüğü öğrendiğimiz bu yolda bazıları, kötü olmayı tercih eder. Hayatın renkleri ve hedonizm, sonu gelmez şekilde hazza doyumsuz olmaya ve bağımlılıklarımızın köpeği olmaya iter bizi. Azla yetinmiyor insanoğlu. 
Her şeyden, her an şikayet edilebilir. Çevrenizde vardır öyle insanlar. Memnun olmayan, yapılanı ısrarla görmeyen. Fakat diğer yandan, savaşan ve var olmak için çok fazla çaba gösteren insanlar da var. Onları görüyor musunuz? Takdir ediyor musunuz yapılanı? Destek olduğunuzu söylüyor musunuz? Hayır. İkiyüzlüsünüz demiştim. 


Kendinizi çaresiz hissettiğiniz zaman hastaneleri dolaşın. Dikkatlice bakın insanlara.


Hangi olaya, nasıl baktığımız zihin örüntümüzle ilgili. Terapi bu yüzden önemli işte. Yanlış bir binayı yıkıp tekrar yapmak gibi. Çarpık düşünce örüntüleri ve bizi rahatsız eden çoğu şeyi (aslında sakince düşündüğümüzde o kadar da büyük bir dert olmadığını ve geçeceğini bildiğimiz içten içe bizi kemiren şeyleri) onarıyor. Sıkıntı çoğu zaman yok yani. Sıkıntı sanılan durumlar var. Gerçek olan bu değil. Gerçek olan, insan olmayı ve insanca yaşamayı tehdit eden şeyler. Terapiye inanmalısınız, gerçek bir güç barındırıyor içinde. Aslında size huzursuzluk veren şeylerin nedeni (sizin bildiğinizi sandığınız değil asıl nedeni) ortaya çıktığında değişecek her şey ve büyük bir rahatlama yaşayacaksınız. 

Sonuç olarak ben dahil kimse size derdiniz yok diyemez. Bir nevi klavye delikanlısıdır yazar, eliyle ateşi tutandan anlamaz. Hayat gerçekten bildiği gibi geliyor. ''Asla'' dediklerimizi de yediriyor yaşam. Sadece, dikkatinizi çekmek istediğim nokta, sıkıntı diye adlandırdığınız şeyler gerçekten sıkıntı mı? Düşünün. 

Bir kamyon arkası yazısı ile bitirmek istiyorum:

Ne derdin var anlat diyorlar. Anlatıyorsun, boş ver diyorlar. 





Baraka ile gecekondu arası bir yerde yaşadığım zamanlarda, bana, herkesin birbirinden haberdar olduğu bir ilişkide, evli biriyle yaşadığı ilişki sorunlarını ''dert'' diye anlatan eski dostumun anısına.