Yenil, daha iyi yenil, en iyi sen yenil

Doğduğumuzdan beri öğrendiğimiz şeyler beynimizi şekillendiriyor. Kişiliğimiz, karakterimiz dolayısı ile davranışlarımız günden güne oluşuyor ve değişiyor. İnsan, parçalardan oluşan bir ''ben'' halini alıyor. Bu benlik algısı doğumdan beri kendimizde var olan bir şey mi yoksa kendini bilme yaşıyla mı geliyor tam emin değilim. Bunun için başta Kohut olmak üzere kendilik ve benlik algısıyla ilgilenen çalışmacılara bir bakmak gerekir. 

''Bir ben var ki benim içimde: benden öte benden ziyade
Bir sen var ki senin içinde: senden öte senden ziyade''

Her gün değişim içindeyiz; hücrelerimiz, beynimiz, işin sonunda kendimiz değişiyoruz. Organların (zarar görmezse) belirli bir zaman sonra yenilendiğini biliyoruz. Kötü alışkanlıklar -özellikle- tütün, uyuşturucu, alkol ve stres, beyni ve dolayısıyla vücudu kötü etkilerken, sağlıklı beslenme, tatmin edici ilişkiler, spor ve yeterli uyku, bizlere iyi geliyor. Aslında oldukça basit bir sebep-sonuç dengesinden bahsetmek mümkün: ne kadar çok kötü şey yaşıyor ve bunlara maruz kalıyorsak çürüyor, hastalanıyor ve eksiliyoruz. İyi olan ne varsa da ömrümüze ömür katıyor. Şimdi tatmin edici ilişki derken aklınıza farklı şeyler gelmesin. Birbirimize iyi geldiğimiz sağlıklı ilişkiler kurmak ve stresten uzak durmak -ki bu söze de bayılırım nasıl uzak duracaksak hehe- beyin sağlığına katkı sağlıyor. Her şey hormon meselesi. Örneğin: hepimizde kanser veya diğer hastalıkların belirli bir oranda gen yatkınlığı var. Sistemlerimiz her gün bunlarla mücadele ediyor ve olumsuz sebeplerden direncimiz düştüğünde belirli hastalıklar gün yüzüne çıkıyor. Tabii hastalıkların çok fazla sebebi var ama direnç konusunda kaba taslak anlatıyorum mevzuyu. 

Ben insanın yirmi beş yaşına kadar yaşadığını, sonrasında çürümeye başladığına inanıyorum. O delikanlı tavır, gözü karalık ve vücut sağlığı yirmi beşten sonra değişiyor. İlk yirmi beş sene yaşıyor, sonra çürümeye başlıyor, elliden sonra aydınlanıyor ve olduğumuz hal ile barışarak hayattan keyif almaya başlıyoruz. En azından buna çaba gösteriyoruz. Bir şekilde geldik-gidiyoruz'un kabullenişi de olabilir.

İnsanın yaşam içerisinde haz alarak beslendiği kaynaklarının olması çok mühim. Bu kaynaklar: insani ilişkiler, kendimizle olan ilişkimiz, sağlıklı beslenme, spor ve dış dünyayı keşfetme merakının canlı tutulmasıdır. Şimdi yine şeker şeker konuşuyorum da gerçekler bu kadar basit ve kurallı değil. Yaşam dinamiktir, haliyle olumsuzlukları da içinde barındırır. Her yeni durumda; her ayrılık, kalp kırıklığı, depresyon, işsizlik, iş tatminsizliği, kayıp vs. insanda yeni etkiler oluşturuyor, bazen de yaralar açıyor. Tüm vücudu yaralarla dolu, vebalı insanlarız. Birçok yara ömrümüz boyunca inceden kanıyor ve çoğumuz kan kaybı yaşadığımızın farkında bile değiliz. Karşıdakinin niyeti o olmasa bile, küçücük bir dokunuş yaramızın yeniden açılmasına yetiyor. Terapi desteği alıp pansuman yapmak yerine, medeti başkalarında arıyor ya da üstünü bağımlılıklar ile örtmeye çalışıyoruz. ''O sarsın'' isterken, her ilişkide daha da büyük yara alıyoruz. Hoş, kimsenin ''kurtarıcısı'' başka bir insan olamaz. Yarayı, kişinin kendisi tedavi eder. Bu da başka bir konu.

Zamanla kendi ihtişamlı benliğimizi kurmaya, onu sağlıklı tutmaya hatta delirmemeye çalıştıkça her şey istediğimiz gibi gitmez. Kriz anları, çıkmazlar olur. Hayat beklenmediklerle dolu. Yaşarken her düştüğümüzde kalkmamız gerekir. Sözde! Peki gerçekte neler olur? Bazen düşünce kalkamayız, kalkmak istemeyiz. Kanarız, oluk oluk kanarız. Nefes bile almayı istemediğimiz anlar olur. Doğrulmak için uygun zamanı bekleriz, toparlanmaya çalışırız. Kendimize iyi gelecek şeyleri dener, çevreden destek isteriz. Çoğu zaman bir şekilde ayağa da kalkarız ama düşen ''ben'' ile ayaktaki ben farklı kişilerdir artık. 

Zor süreçleri görece daha fazla yaşayan insanlar bize her zaman daha güçlü görünür. Peki o kişiye sorsak gerçekten bu gücü ister miydi? Çevrenizdeki güçlü insanlara bakın. Hangi mücadeleden geçmiş/geçiyor? Belki ''benim başıma gelse asla dayanamam'' dediğiniz şeylerle mücadele şekli ne? Bu çaba ona nasıl hissettiriyor? Şüphesiz bu güç kazanımı, karşılığında, insandan çok fazla şey alıyor. Sorsanız sorunun üstesinden gelmiş, ayağa da kalkmış hatta öyle bir kalmış ki eskisinden de güçlü ama bu uğurda neleri kaybetti, nelerden vazgeçti kimse onu konuşmuyor. 

Çocukluktan beri neleri kaybettik desem sanırım önce aklınıza masumiyet gelir. Masum kalmak isterken, hayat ve insanlar bizi sikmeye çalıştığı için ortada bir masumiyet de kalmıyor. Herkes zamanla çakal olmayı öğreniyor. Yalanı, kandırmayı, duygu ve düşüncelerini gizlemeyi öğreniyor. İnsanda var olmasını istediğimiz güzel özellikler zamanla olumsuzluklar yüzünden zarar görüyor bazen de yok oluyor. Diyelim ki insanların iyi olduğuna inanıyor, inanmak istiyorsunuz. Bu sefer de öyle şeyler yaşıyorsunuz ki insanlar inancınızı sorgulatıyor. Kötü tarafa çekmeye veya zarar vermeye çalışıyor, kendi gibi biliyor herkesi. Ee iyilik savaşı da bir yere kadar. Bir yerden sonra -ki o yer neresiyse- kendimizi etik/ahlak düzleminde sorgular buluyoruz. Belki iyi biriyken kötüye dönüşüyoruz. Hani şarkıda da diyor ya ''ben böyle değildim yaşarken/sonradan oldum.'' o hesap. Güzelliklere olan inancımız kırbaçlanıyor ve kırılıyor içimizdeki narinlikler. Daha kötü ne olabilir demeye kalmadan daha da kötüsü başımıza geliyor. 

Şimdi bunca yıl, bunca yaşanmışlıktan sonra elbette bizden bir şeyler kalıyor. İyisi, kötüsü, kaosuyla bir şeyler... Kendimizce iyi tarafta kalmaya çaba göstersek de olumsuzluklar zorluyor. Aman hayatımız toz pembe olsun demek isterdim ama öyle bir dünya yok. Başka bir yazımda bahsetmiştim olumsuzlukla mücadele şeklimizi geliştirmedikçe veya üstünü örtmeye çalıştıkça toksik bir pozitiflik bize hiçbir şey kazandırmıyor. Aksine oldukça fazla şey kaybettiriyor.

Hayat tam olarak bahçenizde yer alan bir yüzme havuzu gibi. Bazen yağışlar olacak ve bu havuz dolacak, bazen siz kovalarla, hortumla su taşıyacaksınız. Bazen de sıcaktan su eksilecek, rüzgarla kirlenecek, başkaları o havuzda yüzecek. Günün sonunda sizin havuz bakımını yapmanız ve rahatça yüzmeye devam etmeniz gerekir. Size kendinizi rahatlatacak bir gerçek söylemek istiyorum. Her zaman her zorlukla tek başınıza mücadele etmek zorunda değilsiniz. Emin olun bu güçlenme meselesi oldukça abartılıyor. Güçsüz olun, ne olacak? Kime, neyin ispatı bu? Destek alın, destek verin. Hem en iyi okullardaki profesörler iyi oluş halinin özgecilikten (yarar sağlama) geçtiğini söylüyor. Çekinmeyin, utanmayın. Düşün, kalkın veya bir süre yerde kalın. Buna ihtiyacınız varsa yerde biraz soluklanın, dinlenin. Sonra destek alın ve yine, yeniden doğun. Yeni halinize sarılın, öz şefkati önemseyin. Tekrar yenilin, daha güzel yenilin, daha iyi yenilin, en iyi siz yenilin fakat denemekten vazgeçmeyin.