Beni yalan atmaya mecbur bırakma

Kabaca bakacak olursak insan neden yalan atar? 

korktuğundan
başkalarını kırmamak veya kendinin kırılmamasını istediğinden
kontrol kaybı yaşayacağını düşündüğünden
dışlanmak istemediği veya utanç verici duruma düşmek istemediğinden
masum olduğunu düşündüğünden
yalanın gerçek olmasını arzu ettiğinden
eksikleri örtmek istediğinden
arzu ettiği şeyi gerçeklerle elde edemeyeceğini düşündüğünden
veya patolojik yalancı olduğundan yalan atar diyelim

İnsanlar bir şekilde; küçük, büyük, renkli vs. yalan atar. Peki yalan atmasına gerek gördüğü sorunu ortadan kaldırmaya çalışır mı? Yalana zemin hazırlayan durumların üstesinden gelmek, onları değiştirmek için uğraşır mı? Peeh! Yalan atmak her zaman daha kolay değil mi? 

Doğrularla yüzleşemeyen insan yalan atar ve bu yalan, iki taraflı gerçekleşir; söyleyen, önce kendine yalan söyler, dinleyen de yalana tanıklık eder. Örnekteki gibi söz verip de yalan söylenmediği için sözünden dönenleri düşünelim. Eğer birisi sırf ''işi görülsün'' diye karşısındaki kişiye yalan söyleyip onu kullansaydı bu nasıl bir ilişkilenme olurdu? İş arayan iş bulur, amacına ulaşırdı tamam da, iş için duyguları kullanılan kişi nasıl hissederdi? Güveni sarsılmaz mıydı insanlara? Hayal kırıklığı yaşamaz mıydı? 

Dünya artık böyle bir yer maalesef... Politika, siyaset, insan ilişkileri; her şey, yalan üzerine. Yalan söylemeyi biliyorsanız, iyi bir kandırıcıysanız çoğu kişi sizi sever. Çünkü yalancılar -ki çoğu zaman manipülatif de olurlar- karşısındakine göre şekil alır ve karşısındakinin duymak istediğini söylerler. ''Yalan söyle bana'' yazımda biraz bundan bahsetmiştim. Doğruyu duymak ve onu konuşmak yürek ister. Yalan ise en az kötülük kadar basit ve kolaydır; pek çaba gerektirmez. 

Dikkatinizi çekmek isterim, ortada ciddi bir tezat var. İnsanlar hem onlara doğru söylensin istiyor hem de işlerini yalanla çözüyor, onlara yalan atanlarla ilişkileniyorlar. Öyle durumlar oluyor ki (masalımda anlattığım gibi) yalan atmayan cezalandırılıyor. Böyle bir deneyim sonrası doğru olan, kendini sorguluyor: ''yalan atmak mı lazımdı gerçekten?'' Doğruyu, kızgın ateşte dövülen demir gibi; yavaş yavaş kızartıp, dövüyorlar. Ne komik değil mi, yalancı olan kendini sorgulamaz ve bundan beslenirken doğrucu olan, yalan atmanın gerekliliğini düşünüyor. İyi, doğru, güzel olan ne varsa, bir şekilde pişman ediyorlar. Kötüye ve yalanın içine çekiyor, zorla karanlık tarafa çağırıyorlar. Bir diğerini kandırmayı, duygu ve düşüncelerini insanlardan saklamayı, kendilikten ve kendilik algısından farklı olmayı önce öğreniyor, sonra diğerine öğretiyor ve buna mecbur bırakıyorlar. Yalan söylüyor, bunu normalleştiriyor, sonra da pişkin pişkin gerçeğe ve dürüstlüğe methiyeler diziyorlar. Yine insanın iki yüzlü olduğu konular işte...

Bu yalan, nerden baksan çok yönlü bir olay. Kişileri de, ilişkiyi de olduğundan ve gerçekliğinden koparıp başka bir yere götürüyor. Başka yere sürüklenen gerçekliği de mümkün değil aynı yere geri getiremezsiniz; dönüşü olmuyor. Bunun yanı sıra gerçekler -bazen acımasız olsa bile- benzersiz bir rahatlık sağlıyor. Her ne kadar doğruların peşinde koşuyor gibi görünseniz de yalanı besleyen yine sizsiniz. Birisini doğruyu söylediği için cezalandırır, korkutur, ortadaki kazanımları elinden alırsanız onu yalana sürüklersiniz. Sonra da karşısına geçip doğruları itiraf ettirmek için baskı kurarken bulunursunuz kendinizi. Yalancının kovulması gereken dokuz köyden doğrucuyu kovarsanız, bu ilişki neden bu hale geldi diye sormaya hakkınız olmaz. Yalanı beslemek yerine doğruyu (ki doğrular kişilere göre değişkenlik gösterebilir) konuşmaya, tartışmaya, onlarla yüzleşmeye cesaretiniz olsun biraz. Yalan, sizi hiçbir koşulda daha iyi bir insan haline getirmeyecek. Şu hayatta hiçbir şeyiniz olmasa bile, en azından bir omurganız olsun. O sizi hayata karşı dik tutar.