Seni ifşa ederim!

Korkulan, korkutan ve yapmayı oldukça sevdiğimiz bir eylem olarak ifşa ve teşhir ve bunların etiği... Konuya gel konuya; enfes!

Bunu ilk düşünmeye başlayıp gönüllüsü olduğum oluşuma bu fikrini götürdüğümde sosyal psikologlara, sivil toplum örgütlerine ve çevremdeki aktivist arkadaşlarıma sorarak fikir almak istedim fakat yetkin/konuşmak isteyen birilerini bulamadığımızdan aktivistler ile fikir paylaşımından öteye gidemedim.

Bilmeyenler için ifşa ve teşhirin tanımlarına bakalım. İfşa, TDK'ya göre ''gizli bir şeyi açığa çıkarma ve yayma'' anlamına gelirken, teşhir, ''gösterme, sergileme, herkese duyurma, dile düşürme ve bir hükümlüyü ceza olarak halka göstermek'' anlamına geliyor. Her iki şekilde de insanlara bir şey gösterme durumu var yani. Neden bildiğimiz bir şey insanlara göstermek istiyoruz? Yani biz biliyoruz işte başkasının da bilmesine ne gerek var? Öncelikle, sosyal canlılar olduğumuzdan paylaşmayı seviyoruz. Farklı bir şey dikkatini çektiğinde çevresindekileri dürterek onu göstermeye çabalayan bebekleri düşünelim. ''Bak! bak! Baksana, ben ne gördüm?! Hadi bırak elindekini, şuna bakalım beraber!'' Bakmazsanız da kıyameti koparırlar zaten. 

Çok sevdiğim bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Mesela yolda yürürken farklı bir ses ve görüntü olmasa bile, birkaç kişi aynı yere baktığında kendimize hakim olamadan biz de o tarafa bakarız. Evrimde bu durumun, tehlikeden korunmak için gelişen bir davranış olduğunu söylüyorlar -dinozorlar falan üstümüze gelirse kaçalım/ölmeyelim diye yani- Örnekte kişinin, tehlikeyi, kendi isteği ile göstermesi söz konusu değil ama temelde, hep beraber bir yere bakmak, dikkatin çekilmesi ve ondan uzak durmak var. Sosyal medya ifşasına benziyor mu?

İnsanın sosyal canlı olması, paylaşmayı da beraberinde getiriyor. Paylaşmak, hele ki ''like almak'' beyinde ödül sistemini uyardığı için bizim için önemli hale geliyor. Yaşadıklarımızı birilerine anlatmak, bazen de sadece ifade etmek bile iyi geliyor. Duygudaş olmak, içimizdeki duygu ve düşüncelerin sönmesine/sakinleşmesine yani duygu regülasyonu yapmamıza yardımcı oluyor. 

Genel hatları ile dünya oldukça tehlikeli bir yer. Oldukça fazla uyaran, zarar gelebilecek olası durumlar ve nesneler var. Tehlikelerin arasından geçerek güzelliklere yürümeye yani yaşamaya çalışıyoruz. 

   Peki, başımıza gelen kötü şeyleri neden paylaşma gereği duyuyoruz? 

İlk akla gelen sebebi, bizden başkası zarar görmesin diye. Kin dolu ve aslında daha güçlü bir duygu olarak ikincil nedeni ise, bize zarar vereni cezalandırma arzusu. Olumsuz bir şey yaşadığımızda küçük bir çocuğun acısını hafifletmek için kolunu çarptığı masa kenarına vurur gibi, diğer insanlar da kötü olana ''na-na'' yapsın da acımız hafiflesin istiyoruz. Kötülük yapanın hayatını mahvedelim, hayatına devam edemezsin istiyoruz çünkü biliyoruz ve her gün şahit oluyoruz ki, bu dünyada, bu sistemle adalet yok. Olsa da içimizdeki acıyı söndürmüyor. Bazı durumlar olgunluk seviyemizi düşüyor ve mantıklı düşünmemizi engelliyor. Hadi kandırmayalım kimseyi, acı verene acı vermek istiyoruz. 

Bunla beraber paylaşmanın sosyal bir tarafı da var. Bir grupta hayatımızla ilgili paylaşımda bulunduğumuzda bizi aralarına daha çabuk kabul ederler. Çalışmalar gösteriyor ki, içimizden geçenleri olduğu gibi söylemek ve duygularımızı yansıtmak, insanlarda merhamet duygusu uyandırıyor. Belki de insanları etkileyen şey kendimizden bir şeyi ortaya koyuyor olmaktır çünkü çoğu kişi, içini açmaktan ciddi derecede korkuyor. 

(Buradan sonraki kısımda şiddeti uygulayan için fail, şiddet uygulanan için hayatta kalan ifadelerini kullanarak devam edeceğim)

Teknolojinin kullanımı ile birlikte faili ifşa etmek yaygın hale geldi. Zorbalar insanlığın başlangıcından beri var fakat internet onları daha görünür kıldı. Şimdilerde olumsuzluk sonrası hayatta kalan, olayı ve detaylarını internet kullanıcılarına anlatabiliyor ayrıca kendini rahat hissedebileceği güvenilir alanlara ve insanlara daha rahat ulaşabiliyor. Birçok sebepten teknoloji hem kurtuluşumuz hem de lanetimiz halini alıyor. Dilediğiniz anda çok fazla sayıda kullanıcıya ulaşabiliyor, sevdiğimiz ve sevmediğimiz ne varsa paylaşıyoruz. Bu da haliyle özel hayatın gizliliğini tehdit ediyor. Günümüzde haberler en hızlı şekilde Twitter'da yayılıyor. İnsanlar genelde her şeyi paylaşma eğilimdeyken kendileri ile ilgili  olarak genelde iyi/güzel şeyleri paylaşıyorlar. Bir de ''bilgi kirliliği'' diye bir terim var. Sırf bilgi kirliliğini önlemek, bilginin kaynağını saptamak ve haberin doğrusuna ulaşmak için ''teyit.org'' gibi oluşumlar kuruldu. Diğer yandan, insanlar diğer sosyal mecralarda olduğu gibi Twitter'da da bilgiyi, bilginin kaynağını kontrol etmeden paylaşıyorlar Bu, benim günlük hayatımda da sevmediğim sorunlardan birisi. Bilgiyi okuduğu gibi doğru kabul eden insanlar, görüşüne uygun olan her şeyi sosyal medyada ve yakın çevresinde sohbet esnasında paylaşıyorlar. Durum böyleyken bilginin geldiği ortam, yer, zaman ve olay önemsiz/değersiz hale geliyor. ''Kontrol edilmeden paylaşılan her bilginin doğru olduğunu kabul ettiğimiz hale nasıl geldik?'' sorusu bir kenarda dursun, buna neden ihtiyacımız var bunu düşünelim. Yani sağlıklı bir beynimiz ve gözlerimiz varken yine de kaynak araştırmadan paylaşıyor ve yanlış bilginin yayılmasını sağlıyoruz. Yine olay toplumsal bir sıkıntıya işaret ediyor. Sorgulamayan ve olanı direkt doğru kabul eden bir milletin, sorgulayan insana ''çok düşünme manyarsın, sen kafayı yemişsin'' diyorlar, düşünüp/üretene deli diyorlar her şey geçtim ''düşünce suçu'' diye bile bir şey var. Eskiden özellikle siyaset-politika bağlamında soran, sorgulayan ve düşünen insanlar çeşitli dışlama ve şiddete maruz kaldığı için insanlar, ailelerinden -apolitik bir duruş sergilemenin de gereği olarak- hayatı veya bilgiyi sorgulamıyor. Kuşak savaşı burada da devrede. Başta ''ne alaka be gülüm'' diyebilirsiniz fakat X ve Y kuşağının büyük bir kısmı bilgiye ansiklopediden ve kütüphaneden ulaştı; yani bilgiye ulaşmak zaman aldı ve belirli bir emek sarf edilmesi gerekiyordu fakat Z kuşağı, her şeye çok hızlı ulaştığı için herhangi bir şeyi daha kolay paylaşıyor ve saçma da olsa komik bulduğundan insanları ''trollemeyi'' seviyor.  

Bazı konular, diğerlerinden daha hassas ve kaygan zeminde. İfşa konusu da bunlardan biri. Kimseyi düşmanca karşıma almadan dert anlatmak istiyorum. Suçlu-suçsuz, haklı-haksız demeden anlatmaya çalışıyorum. Bu aklınızın bir yerinde dursun lütfen. Hem kendime hem de size uyarıda bulunarak konuya giriş yapıyorum. İfşa ve teşhiri birbirinden etimolojik olarak ayırmaya uğraşmayacağım için genelde ifşa şeklinde belirteceğim. İki kişi arasında olan, kapalı kapılar ardında yaşanan bir olayda kime, nasıl inanıyoruz? ''Beyan esas mıdır?'' Dijital kaydı ortaya çıksa bile inancımızın değişmemesini neye bağlarız? ''Linç kültürü nedir?'' soruları kapsamlı olduğu kadar cevapları da karmaşık ve tartışmalı. Haliyle farklı perspektiflerden incelenmesi gerek.

Online bir toplantıda tanıştığım biri, kendi yaşadığı olayı anlatmıştı. X bir grup oluşum var. A kişisi ve B kişisi bu gruba katılmak istiyor. A, B'yi görünce ''B, benim eski flörtüm beni taciz etti'' diyor. Bu oluşum, ikisinden de sözlü bir savunma talep ediyor. B kişisi, yani hikayede şiddet uyguladığı düşünülen kişi ile sohbet ettiğimde bu durumun onu çok korkuttuğunu, öyle bir şey yapmadığını, bursu kesilirse veya ailesi öğrenirse ne yapacağını bilmediğini söyledi. Ayrıca yemek yeme ve uyku düzeni bozulmuş, işlevsel olarak sıkıntı yaşıyordu. Kim hatalı/suçlu konusundan ziyade buna benzer olumsuz bir durumda neler oluyor diye düşünmeye başladım. Bu konuda söyleşi düzenlemek adına STK ve sosyal psikologlara ulaşmaya çalıştım fakat ülkede bunu çalışan birine ulaşamadım. O sıralarda çalışma ekonomisi alanında akademisyen olan bir arkadaşım işçi-işveren arasında ifşa durumu olduğunda işverenin, işçiyi rahatlıkla işten çıkarabildiğini ve koruyucu bir durum olmadığından bahsetti. Tamam çalışma ekonomisi bu durumla biraz ilgileniyor fakat ikili ilişkilerde süreç nasıl işliyor? Sonuçta kayıt alınamadığından incelenemiyor ve elimizde olan tek şey kişilerin beyanları. Canım aktivist arkadaşlarıma ulaştım. LGBTİ+ içerisinde taciz/ifşa çok olduğundan, fikirlerini almak istedim. İfadelerine göre önce ''ilk konuşan'' olmak önemli. Yani İnsanlara ilk olarak açılan kişide, beyanın esas olduğuna inanılıyor. Başka bir yöntemde ise, kişileri bir jürinin karşısında olayı anlatmalarını istemek. İlk dönem felsefe savunmalarına benzeyen bu yöntem bana garip gelse de, alternatifleri düşünmeye devam edelim.

Olumsuz bir olay sonrası A kişisi sosyal medyada ileti oluşturuyor diyelim. B kişisinin adını, işini, fotoğrafını yani bulabildiği her türlü bilgiyi ifşa ediyor. Biliyorsunuz ki kısa bir süre sonunda fail olduğunu düşünülen kişi lince uğruyor, sosyal medya hesaplarının hepsi bulunuyor, yaptığını doğrular nitelikte delil sayılabilecek paylaşımları diğer kullanıcılara sunuluyor. Fail, haberlere çıkıyor ve en sonunda fiziksel olarak yakalanıyor, tutuklanıyor fakat ceza almıyor/serbest kalıyor; orası ayrı. 

İki kişi arasında olanları bilmiyor olmak büyük handikap. Bütün düşüncelerin ötesinde, en başta ve elbette, zarar görene inanmak gerekir. Bu kısımda hiçbir problem yok. Merak ettiğim, ifşa/teşhir olayları olurken tarafların kim olduğuna, iyilik hallerine bakılıyor mu? Yani basma kalıp yargılar ile, genç-yaşlı arasında yaşlının, kadın-erkekte kadının, işçi-işveren arasında işçinin, Türk-Kürt arasında Türk'ün tarafını tutuyor olabilir miyiz? Psikolojide bu durumun birkaç adı var. Öncelikle güçlü olan taraf/kişi ne derse, ne yaparsa, ona inanma eğilimdeyiz. Ayrıca taraflardan biri azınlık/dezavantajlı grupta ise, onu suçlamak daha kolay oluyor. Toplum olarak yargılarımız birçok şeye göre değişime uğruyor. Politika ve reklam düzeni fail ve hayatta kalan profillerini nasıl olduğunu ve nasıl olması gerektiğini ince ince işliyor zihnimize. Etnik bir kökene ''kötü'' denmesi onun etiketi halini alıyor. 

Zarar gördüğünü söyleyen/beyan eden insanlara inanmamız gerekiyor. Peki ya olaylar göründüğü gibi değilse? Şimdi tek tek örnek veremem ama kadın-erkek arasındaki bir olayda hayatta kalan sırf kadın olduğu için koşulsuz/sorgusuz beyanına inanılan, sonradan ortaya çıkan dijital ortam kayıtları, kadının beyanından faklı şekilde gerçekleşmiş olduğunu gördüğümüz durumlar var. Bu durumda fail olan erkek çoktan dayak yemiş, işinden olmuş, aile üyelerinin bilgileri açığa çıkarılmış, hayatına dair her detay, halka açık şekilde paylaşılmış oluyor. İfade etmek istediğim hassas durum burada devrede: kadın şiddetinin ve cinayetlerinin aşırı olduğu ülkemizde elbette önce kadına inanmayı esas almak gerekli, bunu kabul ediyorum fakat benim şu anda sorduğum soru, durum ya böyle değilse? 

A kişisi B'yi ifşa ettiğinde fakat aslında bunu intikam almak için yaptığında veya A kişisinin mental bir sorunu varsa ne oluyor? Şimdi hemen kestirip atmayın: ''Onca şiddet/ölüm varken onu mu düşünelim? Aman canım ne olacak'' diye. Hadi düşünelim. Bilginin kaynağı belli değil, olayda görgü tanığı yok. Duruma nasıl inanır hale geliyoruz? Sadece paylaşma tuşu ile birinin hayatını bitirmek bu kadar kolay mı? Olanları bilmeden -bilemeden haliyle- birinin hayatını karartmak bu kadar hızlı ve basit mi olacak? Bu soruları kesinlikle saldırganı koruyan bir yerden söylemiyorum. Sadece suçsuz olanı kolaylıkla suçlu gösterebilen bir düzende, linç etmeye bu kadar istekli ve müsait insanlar varken, ''ya öyle değilse''yi düşünmek adına soruyorum. Biliyorum, şiddetin yaygın ve ölümcül olduğu ülkemizde seçilen her kelime çok önemli. Kadın hak savunucularının gitgide saldırganlaşan politikası elbette ki suçlu olana ceza vermek adına güçlü bir dayanak fakat suçsuz olanı yok sayılıyor. Biri linç edildiğinde, insanlar, ''ne oluyor''u anlamak yerine kişiyi tamamen ''yok etmeyi'' tercih ediyor. Zarar veren kişi, fail, zorba tespit edilmeli, kamuoyu ile paylaşılmalı ve ceza alması sağlanmalı fakat bunu yaparken kontrollü ve delilli bir şekilde gitmeyi önemli buluyorum. Yaşananlar her zaman basit şeyler değil. Yorucu, zarar verici ve karmaşık olabiliyor. İki kişi arasında yaşandığı için asla ortaya çıkmayacak gerçekler de var. Hayatta kalan, sesini duyurmak için tüm çabası ile uğraşıyor inanın biliyorum. Sorguladığım: ''bu ifşa haberlerinden 100 kişiden 5 tanesi asılsız çıksın ne var?'' düşüncesini bu kadar mı kolay kabul ediyoruz? Kurunun yanında yananları yok saymaya bu kadar hazırız? 

İfşanın korku saldığı da bir gerçek. İnsanlar artık davranışlarına daha dikkat eder hale geldi. Sosyal medyada paylaşılır da ''millete rezil olur'' diye daha temkinli yaklaşıyorlar kişilere. Yazdıklarını siliyor veya sözlü iletişimi tercih ediyorlar. Fakat komik olan kısım, hali hazırda zaten davranışlarına dikkat eden, insanlara saygılı ve kişileri taciz etmemek için çaba gösteren kişiler ifşa olmaktan daha çok korkuyor. Uygunsuz mesaj atan veya taciz eden hanzo ve zorbaların böyle bir çekinceleri henüz yok fakat zamanla oluşacağına inanıyorum. 

Neticede demem o ki, ifşa ve teşhirde kişilerin hikayelerine, iyi oluş hallerine bakılmıyor çünkü linç etmeyi seviyoruz. Herkes ''cezalandırıcı'' ve linç için bu yetkiyi kendisinde görebiliyor. İfşa ve teşhirin etiği konusuna gelinceye kadar, bakılması gereken oldukça fazla dinamik var. Bu konu elbette birilerini rahatsız edecektir çünkü bunlar konuşulmayanlar. Üzerinde tartışıldıkça ilerleyebiliriz. En karanlık konuları bile konuşmaya başlamak, hiç konuşmamaktan, bahsetmemekten,  üstünü kapatmaktan ve yok saymaktan iyidir. ''Beyan esastır.'', peki ya öyle değilse?