Sevmeye ne gerek var?


Aşk, bana göre insanın ayaklarını yerden kesen bir histeri hali. Birine aşıkken hormonlardan kaynaklı olarak algımız değişir. Dünya daha farklı görünür. Bir başka olur insan; çiçeğe-köpeğe selam verir, daha anlayışlı ve neşeli olur, pozitif bakar hayata. Aklı havadadır, hep aşık olduğu kişiyi düşünür. Hep ‘’o’’nunla ilgili şeyleri merak eder ve ‘’o’’ mutlu olsun diye çaba gösterir. Bazen yemeden-içmeden kesilir. Gece gündüz akılda hep aşık olunan vardır. Etrafındakiler karşı gelse de duyulmaz/dinlenmez. Hormonlar öylesine etkilidir ki, bu büyülü koruyucu kalkanın içerisinde ‘’toz pembe’’ olur her şey. Yani ilk bakışta çok sağlıklı gözüktüğü söylenemez. Tanımadığınız birini ilk gördüğünüz anda bunları yaşamak, başlı başına garip zaten. 

Sevgi ise (genelde) zamanla oluşan, bazen de aşık olduktan sonra olağan düzenine geri dönen hormonların bize yaşattığı dingin duygudur. Bir araştırma (ve kitap) bize aşkın ömrünün 3 yıl olduğunu söyler (bkz: aşkın ömrü 3 yıldır). Klinik çalışmalar ise 2 küsür yıl olduğu yönünde. Sonrasında tozların pembe rengi kalmaz. Kusurlar bir bir görülmeye başlar. Olgun sevgi burada devreye giriyor. Canım Öget Öktem hocam bu olgun sevgiyi çok güzel anlatır. Hatta eşine duyduğu sevgiyi öyle bir anlatır ki, canınız hemen birini sevmek ister, ve ekler ‘’aşık olmadan evlenmeyin’’ diye. Olgun ve sağlıklı olan bu sevgi belki de sevgilerin en dingin ve sağlıklı olanıdır. Fakat sevgiyi kategorize etmek ne kadar doğru olur? Hadi biraz anarşist olalım. ''Sen elmayı seviyorsun diye, elmanın seni sevmesi şart mı'' canım? Değil. Sevgi, sevilenden gelen tepkilerden bağımsız yaşanır. Karşılık bulursa ne ala. Ben sevmek istemişim/sevmişim, bundan kime ne? Sevginin muhatabı olan kişi bile sevmese olur. Platonik aşk bu değil mi zaten? İçimizden sevmek gelirse, severiz. Zamana, mekana, uygunluğa, yaşanmışlığa vs. göre şiddeti de değişkendir. Burada ayırıcı olan şey ise: sevgi ile bağımlılığı karıştırıyor muyuz? 

''seni deliler gibi seven deli gönüle
sen girmesen olur
giren bulunur elbet''

İnsanlar yerine hayvanları veya işinizi seviyor olabilirsiniz. Buna bir sözüm yok fakat insanlar dışındaki canlı veya cansız şeyleri fazla seviyor olmanız aslında bir patolojiye ve sağlıksız bir duruma işaret ediyor olabilir. Bu kısım başka bir yazının konusu olduğundan şimdilik es geçelim. Kimisi sigara sever, kimi uyuşturucuyu, kimi yazdığı kodları. Gerçekten sevdiğini hisseder de. Bağımlılıklar, hormonları özellikle de ödül mekanizmalarını devreye soktuğu için sevgi hissettirebilir. Bağlanırız, onlar olmadan yaşanmaz diye düşünürüz. Birini sevince de aynısını hissederiz. Tek farkı bağımlılıklar bize daha çok zarar verir. Sevginin zarar veren yanı yok mu? Elbette var. İnternette ‘’sağlıklı ilişki-sağlıksız ilişki’’ şeklinde arama yaparsanız bu konudaki yazılara erişebilirsiniz. Sağlıksız bir sevgi bizi yorar ve yıpratır. Sürekli kıskanmak/kıskanılmak, konum göndermek, her şeyi ispat etmek ve her gün sevdiğinize yeniden inandırmak insanı oldukça yoran şeyler olur. Özellikle ergenlikte patolojik kıskançlığı meşrulaştıran birçok hareket var. ‘’Seviyorsa kıskanır, kıskanmıyorsa sevmiyor’’ gibi toplum algısıyla yerleştirilen bazı düşünceler ile kıskanılmayı ve kısıtlanmayı, sevgi ölçüsü olarak kullanıyoruz, ne acı. Özellikle ergenlikte deli akan kanla beraber, fevri tavır ve yasaklamalar kişiye normal gelebilir. Duvara yumruk atan mı dersin, telefonu tartışma esnasında kıran mı, ‘’msn şifresini vereceksin’’ diyen mi… Hoş artık msn kalmadı, Instagram ve diğer sosyal medya hesapların şifreleri isteniyor. Daha yakından bir örnek vereyim; herkesin çevresinde sosyal medya hesabını ortak kullanan çiftlerden var. Sebebi güvensizlikten başka ne olabilir?

Sevince zarar görmekten korkuyor olabilirsiniz. Birini sevmiş ve o kişi sizi aldatmış, terk etmiş veya ölmüş, yani canınızı bir şekilde yakmış olabilir. Hayat bu, her şey olabilir. Önemli olan yeniden sevmeye hazır olmak. Evet, sevgi biraz da üzülmeyi göze almaktır. Her aşk biter, belki de herkes gider. Yine de sonunda ölüm var diye bu güzel hayatı yaşamayalım mı? Sonunu bildiğimiz tüm masallar aynı olacak belki ama en güzel rüyalara yine o masalları düşleyerek dalacağız. Biri hep gider. Gitsin. Bu engel değil ki, elmayı sevmeye. Kendimiz için seviyoruz aslında, biri için değil. Hatta birine rağmen seviyoruz onu bazen.

''sana rağmen seni seviyorum''

Çok istediği halde sevemeyenler de var. Bir türlü aşık olamaz ve sevemez, inanmazlar aşka. Masal gelir anlatılanlar ve ‘’onlar sadece filmlerde olur’’ derler. Korku bence bu düşüncenin kaynağı. Sevgiye açık olmak bazıları için zor çünkü. Eğer anne ve babasından sevgi görmemişse, bunun eksikliğini hissetmiyor olabilir. Hiç tanımlanmamış bir duygunun eksikliğini nasıl hissedebilir insan? Düşünürse bulur, bulursa değiştirir. Değiştirmek istemezse sevgisiz de yaşar; nefes alıp vermeye yaşamak denirse eğer.

Kaotik yaşamda ve metropolde koşturma halindeyiz. Sevgi ve şefkat ihtiyacının az kişi farkında. Hep bir yere yetişmeye çalışıyor, mesai saatleri bitsin diye dakika sayıyor, planları işimize göre ayarlıyoruz. Bu yoğunlukta kimin sevmeye zamanı var? Hiç kimsenin. Ama bu zaman ayrılması gereken bişey değil ki. Sevgi kendiliğinden olur; öylece. İlişki için zaman ayıramıyor ama bazıları. Bayılıyorum onlara. Biraz da üzülüyorum. Bunu, spora ayırdığı vakit gibi ayrıştırıyor, bir de dert dinlemek ve sorumluluk almak görüyorlar. Mesaj atmak ve ilgilenmek zor geliyor. Beraber ortak bir işe veya arabaya girmiyoruz ki neyin sorumluluğu? Olgun kişi kendini bilir ve sorumluluk yükü kendisindedir. Yine de aşk, modern zamanın insanını inanılmaz korkutuyor. Çevrede o kadar ''fuck buddy ve one night stand'' varken, tek bir kişi ile olmak istemiyor. Herkesle sevişsin, yaşlanınca birini sever, evlenir diye düşünüyor. Sevgiye hudut mu çekilirmiş? Onlar çekiyor işte.

Peki neden sevgiye ihtiyacımız var? Genelde iki insanın birbirini sevmesi ile dünyaya geliyoruz. Annemize bağımız oluşuyor ve onu seviyoruz. Mahallede veya okulda aşık oluyoruz. Terk ediliyor, üzülüyor bazen depresyona dahi giriyoruz. Bir daha hiç sevemezmişiz gibi geliyor, sonra yine, yeniden seviyoruz… İki insanın içinden dünyaya geliyoruz. Önce anne sevgisi ile başlıyor her şey. Klinik psikolojinin çalışmayı sevdiği konulardan biri olan bağlanma kuramında, anne ile bağ eğer sağlıklı ise yani ihtiyaçlarımız istediğimiz anda karşılandıysa ve koşulsuz sevgi ile büyüyorsak güvenli bağlanan oluyoruz. Aksi halde kaçınan veya korungan bağlanan oluyoruz ki bu durum tüm yaşantımız boyunca sevdiklerimiz ile ilişkilerimize yansıyor. Hani birini sevmek istediğiniz anda ilgi gördüğünüzde kaçmak veya kendinizi çekmek ya da korkup hiç o ilişkinin içerisine girmek istemiyorsunuz ya, işte bu bağlanma problemleri yüzünden der klinik psikoloji. Çaresi yine terapiye gitmekten geçiyor. 

Çok sevme sorunsalı... Ölçüsüz sevince belki de hiç görmediğiniz davranışlarınız ortaya çıkabilir. Kendinizi tanıyamaz, yaptıklarınıza anlam veremezsiniz. Bazı duygu ve davranışlar tetikleyici bir olayla ortaya çıkar. Çok sevin sevmesine. Hesapsız ol, yasaksız ol -da çok severken neler oluyor onun da farkında olun. İlişkilenmelerde kendinize veya sevdiklerinize zarar veriyorsanız, bir uzmandan destek almalısınız. Zarar verdiğiniz bir davranışı ’’yaptım çünkü seviyorum’’ diyerek normalleştiremezsiniz. Bu sevgi değil, sapkınlık ve sapıklık olur. Kadın cinayetlerinin oldukça fazla olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Kadınlar aşktan mı ölüyor? Hayır! Kadınlar ölüyor çünkü insanlar aşkı, sapkın bir şekilde yaşıyor.

''tanrım zalim yapmış sevdiklerimi''

Sevgimizi söylemekten toplum olarak korkuyoruz. Sevgi bir insan olsa, taşla sopayla onu kovalardık herhalde. Öpüşenleri görünce televizyon kanalını değiştirmek, çocuklara seks/sevişme konusunu yaşlarına uygun bir dilde anlatamamak ve el ele tutuşanlara denk gelince ayıplamak sıradan şeyler bizde. ''Aşk yapmaya'' o kadar karşıyız ki sevmekten de sevilmekten de seni seviyorum demekten de ödümüz kopuyor, çünkü sevince içimizi açıyoruz. Olduğu gibi ne varsa döküyor, kalbimize davet ediyoruz sevileni. Haliyle bu da savunmasız hissettiriyor. En büyük acıları sevdiklerimiz çektirmiyor mu? Onlara karşı silahsızız, yalın haldeyiz. Durum böyleyken başka kimseye açmak istemiyoruz kendimizi. 

Hadi cesareti olanlar cevap versinler. Acının ilacı sevgi mi? Sevgi, çekilen acıları iyileştirebilir mi? Evet!
Sevdiğiniz ve aşık olduğunuz zaman beyinde ve vücutta oluşan değişimlerden bahsetmiştim. Sağlıklı bir sevgi içerisinde sarılarak, dokunarak, öperek, anlatarak, ağlayarak, anlayarak yaşarız hayatı. Dokunmanın iyileştirici gücüne son derece inanıyorum. Geçmişten taşıdığımız heybeler her zaman hafif olmayabilir. Yaraları göstermek ve onları anlatmak oldukça zorlayıcıdır bazen. Açılmak için zamana ve bağ kurmaya ihtiyaç duyuyor olabilirsiniz. Yine de zamanı geldiğinde, bunu hissettiğinizde güvendiğiniz birine kendinizi olduğu gibi açtığınızı düşünün/hayal edin. Güvenli bir ortam oluşmuş ve yargılanmadan anlatıyorsunuz ve sevdiğiniz kişi sizi dinliyor, anlamaya çalışıyor. Bu kendinizi iyi hissettirmez mi? Hepimiz ''olduğumuz gibi'' kabul beklemiyor muyuz? Sevildiğimizi hissedince anne-baba sevgisizliğinin de yarası sarılır, travmaların da. Sevginin gücü öyle bişey ki her şeye iyi gelecek büyülü bir merhem gibi; her gün yeniden görürsünüz etkisini. Ama bilin ki yaralar yok olmaz, hep oradadır fakat artık canınızı çok yakmaz veya her gün bakma gereği duymazsınız onlara.