Mutlu olmak ister misin?


Oldukça popüler bir konu olarak, mutluluk.  Peki nerede? Okumaya üşenenler için hızlı bir özet; içimizde.

Bir bebek sağlıklı bir şekilde gelişim evrelerinden geçerken, çoğu duyguyu yaşar. İstismarın herhangi bir çeşidine uğramayan çocuk, zamanla, olumlu ve olumsuz duyguları tanımlar, yaşar ve dürtü kontrolü ile kendi ortasını bularak büyümeye devam eder. Bu, bizim ütopyamız olsun. İstismar edilmeden büyüyen çocuklar olsaydı, yazımız böyle başlardı çünkü.

Duygularımız rahatlıkla birbirine karışabilir ve eşzamanlı şekilde an içerisinde yaşanabilir. Ebeveyninin düşündüklerini ve davranışlarını anlamaya çalışan çocuk, gözlem ve davranış yolu ile, eylemler sonucu neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışır ve ebeveyninin suratına bakarak, gerek ‘’aynalama’’ yaparak gerekse eylem sonu gelen ebeveyn davranışı (genelde ödül-ceza yöntemleri) ile bir sonuca varır. Ebeveyn eğer ruhen sağlıklı ve tutarlı değilse, çocuk, hangi davranışına hangi tepkinin geleceğini tahmin ederek varsayımda bulunamayacaktır. Hatta çoğu zaman duygular ve tepkiler birbirine karışacaktır. Çocuğu eve geç geldiği için evin kapısında ona öfke ile bağıran bir anneyi hayal edin. Asıl (birincil) duygusu kaygı/merak iken, ortaya çıkan (ikincil) duygusu öfkedir. Çocuk, annesi asıl duygu ve düşüncelerini ifade etmediği için korkacak ve annesinin geç geldiğinde ne kadar kaygı duyduğunu anlayamadan ortaya çıkan öfke ile karşılaşacaktır. Başka bir örnek olarak, kız çocuğuna olan sevgisini sürekli onu kısıtlayarak gösteren bir baba düşünelim. Sevgi göstermiyor ve sadece çocuğunun hayatına karıştığı anlarda onunla ‘’ilgileniyor gibi’’ görünüyor olsun. Kısıtlanan, kıskanılan ve özgür irade ile verdiği kararların saygı ile karşılanmadığı bir çocuk, yetişkin olduktan sonra babası gibi kısıtlayıcı bir partner bulacak ve bu yaşadığı şeyi ‘’sevgi’’ diye adlandıracaktır. Bu kısımlar bi cepte kalsın şimdi.

Mutluluğu hissedemeyenlerden mi, mutluluğu bir türlü bulamayanlardan mı, mutlu olduğu anlarda kalamayalardan mı yoksa mutlu olacağını düşünmeyenlerden mi bahsedelim? Ay tabii ki hepsinden bahsedeceğiz. Çünkü fazlasıyla popüler bir konu ve söyleyecek çok söz var hakkında. TedX konuşmaları, kişisel gelişim kitapları, farklı farklı yöntemlerle baktırılan fallar, televizyonlardaki hararetli olmayan söyleşiler hep bulmayı çok arzu ettiğimiz, deliler gibi her yerde aradığımız mutlulukla ilgili.

Öncelikle kötü sayılabilecek ama içinizi rahatlatacak bir haberim var. Mutluluk, o an yaşanan (olağan/sıragelen) duygularımızla beraber coşku ile pik yaptığımız (zirveye ulaştığımız) anlara verilen isimdir. Yani uzun bir dönem değil maalesef. Ortalama bişey söyleyemem fakat pik yapılan o ‘’anda’’ mutlu oluyoruz aslında. Bizi mutlu eden her ne ise coşkumuz uzun süre devam edebilir ve coşkulu olduğumuz süre zarfında mutluluğa bağlı hormonlar salgılanmaya devam ettiğinden, bu süre bize daha uzun gelebilir. Mutlu olduğumuzda zamanın daha hızlı geçmesi gibi bir şey de var fakat bu algı/zaman kırılması ile ilgili. 

İlk olarak fiziksel olarak uygun olma halinden bahsedelim. Beyinde salgılanan bazı mutluluk homonları var. Öncelikli olarak bu hormonların sağlıklı bir şekilde çalıştığına emin olmalıyız. Eğer belirli hormon düzeyleri, olması gerekenden düşük seviyede ise, uygun tedaviyi almanız gerekir. Kötü beslenme, stres, depresyon ve bağımlılıklar bu hormonları; hormonlar da düşünce, algı ve yaşam tarzını etkiler. Yaşantılar sırasında iletilmesi/salgılanması gereken sinyal geçişleri beyninizde sağlıklı bir şekilde gerçekleşmiyorsa, gerekli hormonları salgılayamadığınız için daha mutsuz ve depresif olabilirsiniz. Ve elbette ki stres, hayatımızın her yerinde. Stresten kaçınabiliriz fakat bir şekilde maruz kalacağız. Önemli olan stresle başa çıkma/baş etme mekanizması geliştirmektir. Söz olarak çok kolay olduğunun farkındayım. ‘’Hadi stresle baş etme yöntemi bulalım.’’ Tamam bulalım da nasıl? Dönem dönem sıkıntılı süreçlerden geçiyor olabiliriz. Sorunları odak noktasına alsak da almasak da bilincimiz bir şekilde bir yere takılı kalabilir. Bazen de bir ölümü veya kötü bir olayın yıldönümünde kötü hissedebiliriz. Bunlar da mutsuz, stresli ve depresif hissetmemize sebep olur. Biyopsikologlara ve sosyolojiye göre atalarımızın travmalarını da taşırız. Düşünün artık ne yükler var omuzlarımızda. 

  Mutluluk genelde somut şeylere bağlı olan, soyut bir his. 


Hangi yaşımızda mutluluk? Çocuk için oyuncak, ergen için bilgisayar veya sevdiği kişinin aşkını kabul etmesi, yetişkin için evlilik (en azından başlarda), yaşlılar için yazlık olabilir mutluluğun kaynağı. Yani mutluluk sebeplerimiz yaşla ve dönemle farklılık gösterirken, soyut ve somut şeylerden de tatmin olabiliyoruz anlamına geliyor bu. 

Küçük şeylerle mutlu olmak… kişiden kişiye değişkendir. Kimileri büyük, kimileri küçük şeylerle, kimileri de ihtiyacı karşılandığında mutlu olur. Hani bazen şaşırırız ‘’buna mı mutlu oldun?’’ diye. Evet, kişileri beklenmedik anlarda, beklenmedik ufak şeyler de mutlu eder. Hayatın her anında küçük veya büyük (ölçüsü varsa şayet) mutluluklar var. Önemli olan, bu ufacık şeyleri bile görebilecek göze ve açık bir zihne sahip olmaktır.

Kendi kendine mutlu olma mevzusu… Sahi, bu hurafe mi, var mı böyle bir şey? Kendinizle kaldığınızda mutlu olamıyorsanız, redd’in ‘’mutlu olmak için, sevmek için görme/işitme/bilme/hissetme/çok düşünme’’ dediği hale gelebilir hatta çoktan gelmiş olabilir ve inanın bu düşünceler, sağlıklı değil, çözüm de olmayacaktır. Diyelim ki, kendi kendinizle kaldığınız zamanları sevmiyorsunuz ve mutlu olma halini birilerine bağladınız. Hayatınızda her zaman birileri olamaz, siz de biliyorsunuz. Böyle bir ilişki, rolleri çoktan belirlenmiş bir senaryoya benzer. Kısa sürecek, yapay bir hissi yaşamak istiyor musunuz?

Bazen de sadece karşımızdaki mutlu olsun diye bişeyler yaparız. Bir gülüş için kilometrelerce yol gidilir, bir araya gelip güzel bir söz söylemek için aylarca beklenir, bir bakış için her şeyden de geçilir evet ama bunları yaparken kendimizi de düşünmemiz gerekir. Bu bir denge işi. Kimseye zarar gelmeden mutlu olmak ve mutlu etmek. Yoksa, kendi isteklerinden/kendinden vazgeçmiş, ömrünü, karşısındaki iyi hissetsin diye adayanlar da, kendi mutsuzluğunu rasyonelleştirip bir şekilde hayatı yaşıyor, fakat nasıl? Türlü pişmanlık, küfür-kıyamet ve her gün içiyle ve dışarıyla yaşadığı çatışmalar ile.

Neden mutluluğu arıyoruz? Belki de mutlu olunca sorunların geçeceğini, biteceğini, rahatsız eden anları düşünmeyeceğimizi ve sakin bir yaşantımızın olacağını düşünüyoruz. ''Mutlu olma takıntısı'' çağa ait kavram olabilir mi? Arayışların kaynağı, hedonizm paradoksu gibi; sanki sürekli mutlu olmamız gerektiği, mutlu değilsek yaşamayı hak etmiyor olduğumuzu düşünmemizi sağlayan tüketim hali, materyallere bağlı yapay/geçici ve ihtiyacımız olmadığı halde bize sürekli x bir malın eksikliğinde yetersiz hissettiren bu düzen olabilir mi?

Mutsuz olsak ne olur? E olalım. ''Carpe diem'' sözü bu anlama geliyor zaten. Öyle herkesin sandığı gibi ‘’anı yaşa’’ demek değil yani. An’ı, iyisi ve kötüsü ile kabul etmek, iyinin de kötünün de an’lara ait bir parça olduğunu ve onları yaşamayı kabul etmek/onlara hazır olmak demektir. İnsana dair her şey dinamiktir. Akış halindedir. Bir şey sürekli aynı seyrinde gidemez. İktisat da bunun üzerine, borsa da, politikalar da… İnişler ve çıkışlar olduğu gibi, mutlu olmak da mutsuz olmak da insana dair bir parçadır. Behzat Ç.’deki, Esra’nın söylediği gibi, mutsuzluğa da varız.

Mutlu olalım da paramız yok. Hayatta çoğu şey paraya bağlı maalesef. Geçinecek ve temel ihtiyaçları karşıyabilecek kadar maddi bir güce sahipseniz kendinizi daha iyi hissedersiniz. Belki kirayı ödeyemiyor, tatile gidemiyor ve istediğiniz şekilde beslenemiyor hatta bazı günler sadece simit/ekmek yiyor olabilirsiniz. Paranız olmadığı için sosyal olarak izole olmuş, yalnız kalmış olabilirsiniz. Bu maddiyat meselesi mutluluğu doğrudan da dolaylı olarak da etkiyor yani. İş bulup temel ihtiyaçlarınızı karşıladığınızda, en azından stresör etken sayısını daha az tutacak ve mutluluğa ponçik bir adım daha atmış olacaksınız. Yine de somut olan bu şeylerin (genelle maddiyata bağlı olan) eksikliğinde mutsuzsanız, odak noktanızı değiştirmeyi öğrenmelisiniz. ‘’Aman düşünme, geçer, her şey olacağına varır’’ demiyorum. Sadece o şey her ne ise, onu takıntılı bir şekilde düşünerek hayatın merkezine almak sorunu çözmeye yardım etmeyeceği gibi, sağlıksız bir şekilde çözüm bulmayı da engelleyecektir.

Mutlu eden şeylerin farkında mısınız? Bazı klinik psikologlar gece yatmadan önce mutlu eden ve şükür edebileceğiniz şeyleri yazmanızı isterler. Aslında biraz denerseniz her gün kağıda dökebilecek birçok şey bulabilirsiniz. Mutlu eden veya aslında mutlu edebilecek ama o an o kadar da fark edemediğiniz şeyleri de görebilirsiniz bu şekilde. Hiçbir şey olmadığını düşünseniz de sağlıklı olarak nefes alabildiğiniz için veya uzuvlarınız sağlam şekilde çalıştığı için ya da bir işiniz olduğu için bile mutlu olabilirsiniz. ‘’E kolum bacağım tutuyor diye sevineyim mi?’’ Belki de… Hani bir film vardı (hayat sevince güzel) memnun olma oyununu oynuyordu Ayşe. Polyanna gibi olmasak da, beterini düşünmek yerine, deprem bölgesine sandıktan oyuncak bebek yerine koltuk değneği çıktığı için üzülen Ayşe'ye babasının söylediği gibi: onlara ihtiyacınız olmadığı için sevinebilir misiniz? Bunlar basit, küçük hatta zorlama gibi görünebilir fakat bakış açınızı değiştirirseniz, beklenmedik her şeyden mutlu olabilirsiniz.




‘’Kendini bilme erdemi’’ başlık olarak da içerik olarak da hoşuma giden bir konudur. Kendi kendimize mutlu olabiliriz ama nasıl? İşte bu kendini bilme hali ile mümkün. En üstte iki çocuktan bahsetmiştim. Önce siz o çocuklardan biri olabilir misiniz diye düşünün. Duygularınızı doğru tanımlayabiliyor ve algılayabiliyor musunuz? Yoksa bunlar ebeveynlerinizin veya başkalarının his ve düşünleri mi? Kendi içinize dönmek ve ayna tutmak için zen budizmi ile ilgilenebilir ve Tibet’te gidip keşişlerle kalabilirsiniz veya daha yakın ve hızlı bir yöntem olarak terapi almayı deneyebilirsiniz. Gerçeklerinize, daha doğrusu gerçek sandıklarınıza terapi ile ulaşabilirsiniz. Ülkemizde çok az insan terapi alıyor maalesef ve hep son seçenek olarak hatta kriz geçirdikten sonra gidiyor terapiye. Hocalarımın da hep söylediği gibi: ‘’bişeyleri fark ettiğinizde terapiye gidin, son anda değil.’’

Mutluluk kendi içinizde bulacağınız bir güç. Sizi mutlu eden şeyler her ne ise, deneyerek bulmalısınız. Denemek ve gözlem yapmak size rehberlik edecektir. Vazgeçmek her zaman kolay olan fakat denemek ve yanılmak, hatta daha güzel yanılmak hayatın kendine özgü olan akışını temsil eder. Gözlem ise, ne hissettiğinizi anlamak ve anlamlandırmaktan geçer. Bunu telefon ekranında komik videolar izleyerek, plazalarda çalışırken veya herkesten nefret ederek, korkarak, pes etmiş bir şekilde saatlerce uyuyarak bulamazsınız çünkü yaşamak, yaşıyor olmak sadece nefes almaktan ibaret değil. Çıkın gidin uzaklara, doğayı izleyin; ağaçlara ve gökyüzüne bakın. Bir yerde yaşam varsa, orada ümit vardır.

Tam kişisel gelişim saçmalıklarından olacak ama hayatınızdaki en önemli şey sizsiniz. Önce kendi kendinizi sevin ve ne istediğinizi anlamaya çalışın ve kendinizi dinleyin; içeride yankılanan bazı sesler duyacaksınız. Mutluluğu bulsanız da kısa sürecektir belki ama korkmayın! İnsan var olduğu sürece onu mutlu eden şeyleri bulacaktır; yeter ki ona kucak açın.

''hayat sevince güzel,
sevince tatlı günler.
bir kuşu, kelebeği,
bir taşı sevin, yeter.''