Sence, biz şimdi neyiz?

Dağınık bir oda düşünün. İçerisinde bir sürü eşya var. ''Her yer, her yerde'' yani. Aradığınız bişey var ve o kalabalıkta onu bulmak istiyorsunuz. Önce göz gezdirirsiniz. Hızlıca bir üstünkörü bakıp hala bulamadıysanız bir kere daha yavaşça bakmaya devam edersiniz. Aradığınız her ne ise ona odaklanır, diğer eşyaları veya onların özelliklerini düşünmez sadece bulmayı istediğinize yoğunlaşırsınız. 

İhtiyaç, temel düzeyde değilse (beslenme, barınma, boşaltım gb.) göreceli bir konudur ve kişiden kişiye göre tanımı ve önem sırası değişkendir. Bazen sadece kullanmak için, bazen amaca giden yol olduğundan, bazen de gerçekten ihtiyaç olduğundan bişeyler arıyoruz. Bu bir yemek de olabilir, bir mevki de, kişi de... İnsan kendine öncelikle neye ihtiyacı olduğunu soruyor. İhtiyacı tespit ettikten sonra da gidermek istiyor ve sonsuz bir döngüde, hemen yeni bir ihtiyaç buluyor kendine. Hep yeni elbiseye, arabaya, daha çok paraya ihtiyaç var. Sonsuz kredi çekip, yüz yıl kart borcu ödemeye mahkum olmak istiyoruz. Daha güzeli, daha iyisi var çünkü. Kapitalist dünya düzeni ihtiyaç politikaları üzerine şekilleniyor. Ama merak etmeyin yazım bu şekilde sıkıcı devam etmeyecek. 

Bir ihtiyaç doğduğunda, ona doğru bir motivasyon ile ilerliyoruz. Algı ve zihin, odaklandığı bir şey olduğunda onu daha bir göz önüne alarak diğer şeyleri daha bulanık görmemizi sağlıyor. Eksik parçayı tamamlıyor veya özelliklerine göre uygun kategorilendirmeyi yapıyor. 

Neye bakıyorsak, onu görüyoruz yani. 

Yine uzun bir girişten sonra, isyanımı anlatmaya başlıyorum. ''Arayan belasını da bulur, mevlasını da.'' sözü gibi; aranılan şey her ne ise, ona doğru çekiliyor, ona yönleniyor insan. Kaçınılmaz bir şekilde her zaman bir arayış içerisinde olacağız. Bunu inkar etsek de, aramıyor gibi görünsek de ihtiyaçlarımız ve bundan doğan arayışlarımız olacaktır. 

Hayatın farklı dönemlerinde farklı şeyler arzu ederiz...

Bazen sadece anlatmak; saatlerce, bağıra bağıra, anlaşıldığımızı hissedene kadar, 
belki dinlemek; anlamaya çalışmak, anlandırma gayesine düşerek, 
bazen sevilmek; biri için özel olduğumuzu sarılarak, okşayarak göstermesinin akışında, 
bazen de sevmek; kalbimizden sevilene oluşan sallanan köprüde eksik tahta ve eskimiş iplere rağmen, düşersek aşağısının uçurum olduğunu bile bile, karşıya geçmek isteriz. 

Bazense yüzeysel ilişki ister insan. Ağır geliyordur anlamlar. Sadece zaman geçsin ister. Yaşanılan, ruha fazla gelir. Hayal kırıklıkları, terk edilişleri belki giden birinin ardındaki yas süreçleri vardır. Farklı farklı insanlarla tanışmak, festivallere gitmek, uyuşturucu almak, günlük ve rastgele kişilerle seks yapmak ister. Söylemem gerekir ki bu sağlıksız olandır. Uzun ya da kısa vadede insanın aklına ve vücuduna zarar verir. Ama ve iyi ki insan, değişir. Değişmelidir de. Yaşadıklarımız ve uyarıcılar çok fazla yaşamda. Hayatın dönemleri olacak ve isteklerimiz hep yeniden şekilleniyor olacak. Bu yolda giderken, bişeye odaklanmış haldeyken, acaba ''diğerlerini'' görmüyor olabilir miyiz?

Yaşamının bu noktasında sadece seks arayan birini düşünelim. Sadece seks aramasa bile, ciddi ilişki istemiyor, romantik bir ilişkilenme tercih etmiyor, sadece tanışıp hoş bulduğu insanlarla sevişiyor. Böyle ilişkileri tercih eden biri, tanıştığı ile seks odaklı tanıştığı için, karşısındakinin diğer özellikleri ne ölçüde görebiliyor? 
(sonunda konuya girdim, alkış alkış...)

''Sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, tinder'da orospu'' yazısında bahsettiğim gibi, insanlar sekse o kadar odaklı ki, karşısındakinin diğer özelliklerini görmüyor. Akıl veya zeka etkileyici bir unsurken, seks odaklı bir ilişkide, sadece başta çekici gelen bir özellik olarak kalıyor. Çünkü yatmak istenilenin zekası ile ilgilenmiyor oluyoruz. Hayattaki arzusu ne, çabaları neler, ne istiyor gelecekten? Önemsiz. Oralı iyi mi, pozisyonları nasıl, boşaldıktan sonra kafa açıyor mu? Bunların cevapları önemli oluyor artık. 

Madalyonu çevirelim. Tek bir odaktan bakmak, sevgili arayışında da geçerli. Sadece sevgili bulmaya çalışmak, insana sadece ''bundan manita olur mu?'' gözlüğü takıyor. Aksi bir davranış görüldüğünde üstü çiziliyor sevgili olmaya uygun olmayanın. Arkadaş olabilecek kişileri de kaybetmeyi sağlıyor haliyle bu davranış. 

Birini olduğu gibi tanımak, tanımaya çalışmak gerçekten çok zor. İnsanların sırtında heybeleri, heybelerin içinde ağırlığını bilmediğimiz yaşanmışları ve tahmin edemediğimiz acıları var. Geçmişini önümüze dökünce fazla geliyor bize de çoğu zaman. Korkuyoruz haliyle, bazen kaçmak veya uzaklaşmak istiyoruz. Çünkü kendi hayatımız da zor. Ama aslında yaşayana da, sunulana da ağırdır bu yükler. İyileşmeye zaman ve imkan tanımak gerekir. Yeniden ayağa kalkabilmek, insanlara olan inancı kazanmak gerekir sağlıklı bir şekilde yaşayabilmek için. İnanın her şeyin bir zamanı var. Her şey için doğru bir zaman var. Anlatmanın ise zamanı, yaşayanın uygun gördüğü an. Değerli olan şimdi, yaşadığımız bu zaman dilimi, bugün. Geçmişin yüklerinden yavaş yavaş kurtularak, geleceği yani bilinmeyeni heybemize almadan bugünü görebilmek gerekir. Bizi biz yapan tüm parçaların tamamıyız. Karşımızdaki de öyle. İki kişi için doğru anda olmak bu yüzden zor. Beklenti ve istekler tutmuyor çoğu zaman. Hani ''doğru zaman doğru yer'' hikayesi gibi. Sen istediğine hazırken, karşındaki bambaşka bir noktadan sana bakıyor olabilir. O yüzden sadece bizim uygun olmamız yetmiyor aradıklarımızı bulmamız için. Partnerimiz de aynı isteklerde olmalı ki, şimdi'yi yakalayalım. 

İnsan bir noktaya odaklandığında, insanı o insan yapan diğer özellikleri göremiyor. Geçici körlük bir nevi. İhtiyaçlar değerli ve önemlidir hayatta. Fakat karakterimize ve arzularımıza uygun olan insanları, dönemin gereksinimleri yüzünden harcıyor, önemsizleştiriyor ve hayatımızdan çıkarıyor olabilir miyiz? 


''Dikkatli bakıyor musun?''